Çiçekli desenli şalvarı ve beyaz yemenisiyle tam bir köylü kadınıydı. Güçlü kolları ve kalın bilekleri vardı. Avuç içleri kabalaşmış; topukları susuz kalmış toprak gibi çatlamıştı. “Ne kadar şanslı olduğunun farkında mısın? “ dedim. Çapaladığı topraktan başını kaldırıp, öylece yüzüme baktı: “Niye ki?”. “Niyesi var mı? Bu bahçe senin değil mi?”. Hala anlamaz bakışlarıyla yüzümü süzüyordu: “Benim?”. “Yani şu elma ağacı, köşedeki kırmızı güller, şu tavuklar?”. Sanki ilk defa görüyormuş gibi, telaşla koşuşan tavuklarına baktı: “Onlar da benim”. “İşte bak! Bu yüzden sen çok şanslısın…”.
Söylediklerime çok şaşırmış gibi görünüyordu: “Nesi var ki bunların?”. Acı acı gülümsedim: “Biliyor musun? Evimin balkonunda bir avuçluk toprağım var benim. O minicik saksılarda rengarenk çiçekler yetiştirmeye çalışıyorum. Her sabah, tomurcukların ne kadar büyüdüğünü izlemek için heyecanla balkona çıkıyorum. Onları sularken yapraklarını seviyorum bazen; solanlarını özenle ayıklıyorum. Sonra oturup dakikalarca onları izliyorum büyük bir keyifle…
Biliyor musun? Biz şehirde, üzerinde bir yiyecek ya da içecek adı bulunan plastik şemsiyelerin gölgesinde serinliyoruz; sizler gibi bir çınarın göğsünde değil... Ciğerlerimize çektiğimiz nefes egzos kokuyor; buradaki gibi toprak değil… Bir ağaç dikip, onun büyüyüşünü; çiçeğin meyveye dönüşümünü izleyemiyoruz. Dalından kopartıp bir meyve bile yiyemiyoruz. Ayaklarımız bir dereyle buluşmuyor sıcak yaz öğlelerinde. Bir horozun ötüşüyle uyanmıyoruz; seyyar satıcılar uyandırıyor bizi hoparlörlerdeki avaz avaz sesleriyle… Şimdi anladın mı neden şanslı olduğunu?”.
Yüzü düşünceli görünüyordu: “Anladım. Demek biz size özenirken; siz de bizim düzene özenirmişsiniz. “. Cümlesini bitirmesini zor bekledim:“Özenecek hiçbir yanı yok şehirdeki hayatın; inan bana!”. Aklına çok iyi bir fikir gelmiş gibi bir ifadeyle gülümsedi: “Eee madem sevmiyorsun şehri, sen de gelsene buraya?”. “ Buraya gelemem. Keşke gelebilsem ama burası çok uzak. Büyükler yaşlanıyor ve daha çok ihtiyaçları oluyor. Onlardan çok uzakta olamam bu yüzden. Ama bak göreceksin! En kısa zamanda şehre yakın da olsa bir köye atacağım bir ayağımı. O ayağım her zaman toprağın sıcağında olacak. Ve o toprak asla bir avuç olmayacak!”
offf ki ne ooff Yeşim.. gitme isteğimin zirve yaptığı, ne gitmeyi ne kalmayı beceremediğim ve annemle ev arasında mekik dokuduğum şu günlerde aklımdan geçip, dilimden dökülemeyenleri yazmışsın ya of çekmem bu yüzden.. yüreğine sağlık..
YanıtlaSilMinicik saksılarla bile bu kadar mutlu olabiliyorsam bana ait küçük de olsa bir toprağım olsa neler olur hayal bile edemiyorum. Gitme isteği bir çoğumuzda var. Ama benim için artık bu, lafta kalsın istemiyorum Nily... Sana ulu bir çınar gölgesi diliyorum... Sağolasın.
YanıtlaSilne tuhaf değil mi sadece özenmekle, imrenmekle geçip gidiyor zaman...ne elimizdekilerin değerini bilmeye, anlamaya vakit ayırıyoruz ne de özendiklerimizin en azından bir kısmını gerçekleştirmeye...
YanıtlaSilİşte ben de onu diyorum Öslem. Artık harekete geçme zamanı geldi! Ben ağaç yetiştirmek, bahçemden maydanoz toplamak istiyorummmm. Ve de köpek beslemek:)
YanıtlaSilBir gün o gövdesine yaslanacağımız ağaçlar kesilmeden kalırsa eğer, ben de kendime yaslanacak bir ağaç bulacağım ve gideceğim kırların ve bahçelerin kendi ektiğim biber domates fasulyelerin arasında toprağın sihirli sözcüklerini dinlemeye.Ağaçlarımız yakın olsun birbirine kazmalarımız ve bellerimizle el sallayalım birbirimize.
YanıtlaSilAğaçlarımız yakın olsun... El sallamakla kalmayalım. Akşam üstü birlikte çay demleyip, kendi yetiştirdiğimiz domates, biber, nane, maydanozlarla harika kahvaltılar hazırlayalım. Gece de rüzgarın ninnisiyle uyuyalım. Çok teşekkürler bu güzel dilekler için...
YanıtlaSilEvet Özlemciğim... Kendi toprağımızda, kendi toprağımızla yoğurulmak... Ötesi yok...
YanıtlaSil