Bazen bir söz, bir şarkı ya da bir nesne bize bir anda bir anıyı hatırlatır ya… Bugünün “son anı hatırlatıcısı” bir muayene eldiveniydi. Hastamın muayenesi için eldiveni taktığım sırada aklıma geliverdi aniden. Anlatayım o zaman… Ne duruyorum ki?
Fakültenin son yılında Kadın Hastalıkları ve Doğum stajındaydım. O zamanki hocalarımızdan bir tanesi koridorda aylak aylak gezmekte olduğum sırada kolumdan tuttuğu gibi beni muayene odasına sürükledi. Odada jinekolojik masada yatmakta olan bir hasta ve önlüğünün düğmeleri saygı (!) belirtmek telaşıyla neredeyse boynuna kadar iliklenmiş bir asistan bizi bekliyordu. Şaşkın bir ördek edasıyla asistanın yanına gittim. Öyle ya , benden ne beklenildiğini kestiremiyordum. Sadece gözlemci miydim; yoksa neydim?
Asistan, elinde hazırlamış olduğu eldiveni bana doğru uzattı. Rahatlıkla takabilmem için de eldivenin bilek kısmını açarak tutuyordu. Minnet dolu gözlerle ona baktım. Hem bana ciddi bir ipucu veriyordu ( Demek ki sadece gözlemeyecektim) , hem de eldiveni kolayca giymememe yardım etmeye çalışıyordu. Ne iyi bir insandı! Gülümseyerek sağ elimi eldivenin içine daldırdım. Bir iş başarmış olmanın haklı gururuyla tekrar yüzüne baktığımda az önceki asistan gitmiş yerine korku filminden fırlamış gibi görünen bir kadın gelmişti.
Anlamaz gözlerle ona bakıyordum. Önce kıpkırmızı olmuş yüzünü aşağıya doğru yavaşça eğdi; sonra da dişlerinin arasından tısladı: “Eldiveni sen giymeyecektinnnn!”. Aslında bu cümlenin sonuna okkalı bir “Salak!” eklemek istediğinden de emindim ama gene de kibar bir kızdı o… Tamam! Zaten her şeyin bu kadar basit görünmesinden şüphelenmeliydim. Ama insanlar hata yaparlardı ve ben de bir insandım. (Bu mantık zincirinin sonunu getirmeyi sizlere bırakarak devam ediyorum.) Sakince eldiveni elimden çıkarttım. Yeni uzatılan eldiveni asistanı taklit eder şekilde hocaya doğru uzattım. Demek ki bu odadaki görevim “son eldiven tutucu” olmaktı. Sağlık olsundu. Küskün bir şekilde duvara yaslanıp olanları izlemeye başladım.
Hoca, muayene masasında uzanmakta olan kadının bacaklarının arasına denk gelen tabureye oturdu. Yaklaşık bir ay önce yaptığı ameliyatın sonuçlarını memnuniyetle izliyordu. O sırada asistana döndü. Gözlüklerinin üzerinden kayıtsız bir bakış fırlattı: “Hastanın kocası nerede?”. Asistan büyük bir ciddiyetle cevapladı: “Dışarıda bekliyor hocam”. Tekrar masadaki kadına yöneldi:“Çağır gelsin”. Az sonra asistanın peşi sıra orta halli görünen koca odaya girdi. Hoca , kadının bacaklarının arasında sabitlenmiş gözlerle kocaya seslendi: “Gel bak! Senin hanım ameliyattan sonra nasıl güzel oldu!”.
Gördüklerimin bir kamera şakası olduğunu ve biraz sonra hepsinin birden bana “Ceeee! Nasıl da yuttun ama! “çığlıkları atacağını ümit ediyordum. Ama değildi… Koca ve hoca baş başa vererek kadının bacaklarının arasını dikkatle inceliyorlardı. Koca, olayın heyecanı ile coşmuştu: “Ohhh ohhh maaşallah! Ellerinize sağlık hocam… Pek güzel olmuş!” Gerçek olamayacak kadar acayip olan bu duruma şahit olmaktan dolayı utanç duyuyordum.Ama sanırım odada benden başka rahatsız olan yoktu. Bu sefer de “Son rahatsız olucu” olmak bana düşmüştü ne yazık ki…
Muayene için giydiğim bir eldiven, geçmişe bir pencere açmıştı. Ama ne yazık ki bu pencereyi bir an önce kapatmalıydım. Daha fazla açık kalırsa akıl sağlığımda tamiri imkansız sonuçlar doğurabilirdi. Kendimi ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bomba gibi hissediyordum. Kim bilir daha ne tuhaf pencerelerin varlığından habersiz, sıradan yaşamıma devam ediyordum. Ne zaman açılacağı ve içinden nelerin çıkabileceğini kestiremediğim sayısız pencere…
Not: Orijinal adına bir itirazım yok ama birisi "Son Hava Bükücü" filmini bir an önce vizyondan kaldırsın. Filmi izlemedim ama adı bile kafamı karıştırmaya yetti...
Bizzat yaşadığım ve dehşete kapıldığım bir olay Özlemciğim. İnanamamakta haklısın. Gözlerimle görmeme rağmen ben de inanamamıştım o zaman... Son Hava Bükücü olayı ise evlere şenliki Konusunu bilmiyorum ama adı bile yetti:)
YanıtlaSil