Neredeyse bir yıl önce bir yazımda “Bir Avuç Toprak” ile mutlu olmaya çalıştığımdan bahsetmiştim. Ve şu cümlelerle bitirmiştim: “Ama bak göreceksin; en kısa zamanda şehre yakın da olsa bir köye atacağım bir ayağımı. O ayağım her zaman toprağın sıcağında olacak. Ve o toprak asla bir avuç olmayacak!” Şimdi tam da istediğimiz gibi şehre yakın bir köyde, kaç avuç olduğunu tahmin bile edemediğim toprağımıza, doğanın can vermesini büyük bir keyifle izliyorum …
Geçen sene hiç dikkat etmediğim bir çok konu benim için artık çok önemli… Algıda seçicilik yüzünden olsa gerek, daha bir ilgiliyim ağaçlarla. Kaç yıldır çalıştığım iş yerinin bahçesindeki ağaçların dikiliş yakınlığını beğenmiyorum örneğin… Dutu nasıl budadıklarına dikkat ediyorum. Arkadaşlarım yeni tayin gelmiş gibi davrandığım, o ağaçların yıllardır bahçede olduklarıyla ilgili üstü kapalı dalga geçiyorlar benimle. Haberlerde “Zirai don” tehlikesi uyarılarına kulak kabartıyor ve endişeleniyorum.
İnternetten gereksinimim olan bilgileri araştırıyorum sürekli. Hangi ağaç ne zaman dikilir? Güneşi mi sever; gölgeyi mi? Hangi ayda çiçek açar? Ne zaman meyveye döner? Zararlılarla nasıl savaşılır? Ağaçlar nasıl ve ne zaman budanır? Kompozit gübre nasıl hazırlanır? Tabii bunun yanı sıra bahçe düzenlemesiyle de ilgili bir çok siteyi ziyaret edip, fikir vermesi açısından fotoğraflarını arşivlemeye başladım. “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur” atasözünü doğrularcasına emek emek işliyoruz toprağımızı.
Aslında işimiz çok kolay ve korkmamıza hiç gerek yok. Çünkü bahçemizin en yaşlı üyesi olan yüz yaşına yakın Çıtlık Ağacı hepsine babalık yapıyor. Nasıl büyüyeceklerini, kendilerini nasıl koruyacaklarını öğretiyor bilgece. Ben de her hafta, heyecanla bütün bahçeyi dolaşıp tek tek bütün çiçekleri , fidanları ve ağaçları kontrol ediyorum. İlk tomurcuğunu veren armut fidanın karşısında durup ona ne kadar güzel göründüğünü söylüyorum. Minicik filizlenmiş yapraklarıyla kayısıya övgüler yağdırıyorum. Erguvanın ve leylakların sessizliği beni sabırsızlandırıyor. Oysa ben bir an önce mora pembeye dönsünler istiyorum. Ama doğa bana sabırlı olmam gerektiğini öğütlüyor; bekliyorum… Sardunyanın kırmızısı gözümü alıyor. Bu hafta sonu gittiğimde kırmızı yapraklı erik, pembe tomurcukları çiçeğe dönmüş gülümseyerek bizi bekliyor olacak; biliyorum.
“Altın bir bilezik takmak lazım; strese iyi geliyormuş” demişti bir büyüğüm. Toprakla uğraşmak, doğayla iç içe olmak kadar ruha iyi gelecek bir şey olmadığını söylemiştim ben de ona… Hafta sonunu sabırsızlıkla bekleyip, iki gün boyunca ağır işçi gibi çalıştığımız halde haftaya eskisinden çok daha enerjik ve dingin başlayabilmek gerçekten de büyük bir keyif. Diliyorum ki ağzımızın tadı yerinde, daha çok uzun yıllar kendi meyvemizi, sebzemizi yer; mis gibi çiçek kokuları içerisinde bu yeni hayatımızın keyfini süreriz…
* Yazımın başlığı, Hasan Hüseyin Korkmazgil'in "Öyle Bir Yerdeyim Ki" isimli şiirinden alınmıştır.
Geçen sene yazdığım yazıyı merak edenlere: http://www.yesimozdemir.com/?p=1054