23 Eylül 2009 Çarşamba

YÜRÜYÜŞ

adamRampa aşağı  kıvrımlarla inen yolun düzlüğe yenice ulaştığı Termessos Kavşağı’nı henüz geçmiştim ki, yol kenarında birini- ya da bir şeyi- gördüğümü sandım. Yanılıp yanılmadığımı anlamak için  otomobilimi sağa, yol dışına doğru çektim. Dikiz aynasından baktığımda, bir adamın yolun kenarında hareketsiz bir şekilde yattığını gördüm. Ablamla gördüklerimizi doğrulatmak istercesine birbirimize baktık. Bir an için tereddütte kalmıştık. Çünkü  insanların bu tür iyi niyetle birilerini kurtarma çabasındayken soyulduklarını hatta öldürüldüklerini de biliyorduk. Ama ya gerçekse?


 


Hızlı bir dönüşle, geldiğim yöne doğru yol alarak ilk kavşaktan tekrar dönerek adamın yanına ulaştık. Her olasılığı göz önünde bulundurarak otomobili kilitledim ve ablama yoldan geçen bir aracı durdurmasını söyleyerek adama doğru eğildim. Hiç hareket etmeden öylece yatıyordu. Nefesini ve kalp atışlarını kontrol ettim; yaşıyordu…


 


Hafifçe omzundan kavrayıp, sarstım ve beni duyup duymadığını sordum. Kirpikleri hareketlendi önce. Yaklaşık kırk beş yaşlarında olduğunu düşündüm. Esmer ve avurtları çökük yüzünde bir kaç  günlük sakalı vardı. Adını sordum; “Mehmet” dedi belli belirsiz cılızlıktaki sesiyle. Gözleri hala kapalıydı. Durumu ve yakınmalarıyla ilgili bir takım sorular sormaya başladım. Sorularıma kısa yanıtlar veriyordu. “Başım döndü; gözlerim karardı. İçim çekiliyor gibi bir hoşluk oldu. Sonra yere uzandım.” Başını çarpmamış olduğunu söylese de yine de kontrol etmeyi uygun buldum.


 


Yaz sıcağını da göz önünde bulundurduğumda, tansiyonunun düşmüş olabileceği en büyük olasılıktı. Ayaklarını vücut seviyesinden yükseğe kaldırmak için kavradığımda, zayıflığına tezat bir ağırlıkta olduğunu fark ettim. Bu arada ablam yoldan geçen araçlara eliyle durmalarını işaret ediyordu ama sonuç olumsuzdu. Ne yazık ki herkesin görebileceği bir konumda olmamıza ve yardım istememize karşın kimse umursamıyordu. Gerçi adamın gerçekten de yardıma ihtiyacı olduğunu anladığımdan dolayı tedirginliğim geçmişti. Yol kenarında ne işi olduğunu sordum; yanıtı şaşırtıcıydı: “Antalya’ya yürüyordum”…


 


Gözlerini hafifçe aralayarak devam etti: “ Korkuteli’den yola çıktım. Cebimde sadece iki liram vardı; hiçbir dolmuş otobüs almadı beni. El ettiğim arabalar da durmadılar. Dinlene dinlene buraya kadar geldim ama bittim işte!”. Sözünü ettiği uzaklık yaklaşık 35-40 Km idi. Anlattıklarını hayretle dinliyordum. En son ne zaman bir şeyler yediğini sorduğumda ise yanıtı: “Dün akşam” oldu. Yaklaşık yirmi saatlik bir açlık, susuzluk ve çok ciddi bir efor söz konusuydu. Gümüşhane’liymiş ve ailesi oradaymış. Uzun süredir işsizmiş ve iş bulma ümidiyle buraya gelişi de hayal kırıklığıyla sonuçlanmış. 


 


Yanımızdaki  yarım litrelik su şişesinin içinde azıcık kalmış suyu, yattığı yerde hafifçe doğrularak bir dikişte bitirdi. Artık yoldan geçen arabalardan yardım istemekten vazgeçmiş olan ablam da yanıma gelmişti ki, birisinin yanımıza doğru koşarak geldiğini gördük. Tam ümidimizi yitirmişken yanımıza gelen bu adam şehirlerarası terlik pazarlayan birisiymiş. Yapabileceği bir şey olup olmadığını sorduğunda suyu olup olmadığını sordum. Tekrar koşarak arabasına gidip aynı hızla geri döndü. Artık biraz daha suyumuz vardı ama bu adamın ciddi bir sıvı kaybı ve kan şekeri düşüklüğü vardı. 112 yi arayıp bir ambulans istemek en iyisi olacaktı.


 


112 istasyonuyla yaptığım konuşmayı duyan adam, yerinden telaşla doğrulmaya çalıştı: “Güzel ablam n’olur ambulans çağırma. Şimdi beni hastaneye götürecekler. Benim sosyal güvencem yok; ödeyemem hastane parasını”. Bu durumda onu böylece bırakamayacağımı söylediğimde ise bizden hiçbir beklentisi olmadığı çok açıktı: “Bur’dan Antalya’ya çok yolum kalmadı zaten. Yavaş yavaş yürürüm ben.” Ona göre çok kalmayan yolu neredeyse 15 Km idi. Ama bir damar yolu açılıp, kaybettiği sıvı ve elektrolitin yerine konulması  onun açısından önemliydi. Ambulansın gelmesini beklediğimiz zaman diliminde bir iki meraklı daha neler olduğunu anlamak için yanımıza gelip sonra yollarına devam ettiler. Yardımımıza ilk gelen adam ve biz, ambulansa  Mehmet Bey’i teslim ettikten sonra Antalya’ya doğru yola çıktık. İçimizin rahat etmesi gerekiyordu ama değildi işte!


 


Bu gece belki hastanede gözetim altında tutulacaktı ya da yatak olmadığı gerekçesiyle birkaç saat sonra çıkması uygun bulunacaktı. Ya sonrası? Bu adam karnını nasıl doyuracaktı? Karısının çocuklarının yanına nasıl dönecekti? İş bulamayan ve aç olan bir insan, nereye kadar dürüst ve ahlaklı kalabilecekti? Düşünmeden para harcayan veya tabak tabak çöpe yemek döken insanlara isyan etmemeyi, öfke duymamayı nasıl başaracaktı? Mehmet Bey, içinde bulunduğu bu çıkmazdan kendisini ve ailesini nasıl çıkartacaktı? O ve onunla aynı durumda olan binlerce insan için çıkış yolu neredeydi?


 


O akşam, sofraya oturduğumda yemeğime suçluluk, burukluk ve ümitsizlik sosu bulaşmıştı… Lokmalar büyüdü ağzımın içinde; bir türlü yutamadım…


 


 


 


 


 


 


Fotoğraf: www.deviantart.com

5 yorum:

  1. cevapsız sorular mı bunlar yoksa cevapları var da verilmiyor mu bir türlü bilemedim...

    YanıtlaSil
  2. Cevabı olsa bile sanırım kimsenin söylemeye yüreği yetmiyor Özlemciğim...

    YanıtlaSil
  3. Ve işin en tuhaf yanı da yol kenarında yatan bir adam ve başındaki iki kadına yardım etmek için kimsenin durmaması...

    YanıtlaSil
  4. İnsanlar çekiniyor Yeşim... Kimsenin kimseye güveni kalmadı... Onun da etkisi var muhakkak... Yardım melekleri olarak:) el uzatmışsınız ne güzel...

    YanıtlaSil
  5. Kimsenin kimseye güveninin kalmadığının çok net bir örneğini yaşadım gerçekten de... Adamcağızın hayatında bir kere şans yüzüne güdü de ben çıktım karşısına. Eğer kimse onu farketmese çok daha ciddi durumlar oluşabilirdi çünkü...

    YanıtlaSil