Koridorda durmuş dikkatle bana bakıyordu; yaşı beşten büyük değildi. Üzerinde etek uçları oldukça kirlenmiş beyaz bir gelinlik vardı. Gelinliğin altına yeşil bir pantolon, üzerine de çingene pembesi bir yelek giymişti. Ona baktığımı anlayınca gözleri ışıl ışıl, hemen yeleğinin düğmelerini açarak bana gururla gelinliğini gösterdi.
Ona doğru eğildim: “Ne kadar güzel bir gelinlik bu böyle? Sana da çok yakışmış. Şöyle bir dön de iyice bakayım sana”. Hiç sesini çıkartmadan isteğimi yerine getirmek için yavaş yavaş kendi çevresinde dönmeye başladı. Sadece bütün yüzüyle gülümsüyordu. Biraz da utanmış gibiydi. Bir köşede bizi izleyen annesi lafa karıştı: “Ahh sormayın ! Dünden beri bir türlü üstünden çıkartamadık şu gelinliği. Üzeri yemek lekesi doldu. Bütün gün sokakta oynadı; hatta gece bile gelinlikle yattı!”
Küçük kız, konuşulanları duymuyormuş gibi olduğu yerde sağa sola dönüyor, savrulan etek uçlarını hayranlıkla izliyordu. Bizim gördüklerimizle onunkiler arasında çok büyük fark vardı muhakkak ki… Çünkü altından pantolon paçaları görülen ve üzerine giydiği yeleğin bütün düğmelerini boğazına kadar iliklemiş bu minik gelin, “güzel”den çok “sevimli” ya da “komik” olarak tanımlanabilirdi bizler için. Ama o, kurduğu hayal dünyasının prensesi hatta en güzel geliniydi kendisine göre .
Çevresindeki evlilikleri, düğünleri, doğan bebekleri gördükçe bir gün büyüyüp kendisinin de onlar gibi olacağı bir zamanı hayal ediyordu. Belki de büyükleri ona bunu öğretiyorlar hatta tembihliyorlardı. Mutlu olmanın yolunun düğün, evlilik ve çocuk taşlarıyla örüldüğü bir düzeni öğütlüyorlardı.
O daha bilmiyordu ki annesinin geceleri onu uyuttuktan sonra, babasının eve sarhoş gelmesini beklerken gizli gizli ağladığını. Komşu Fatma Teyze’ye gözüne ne olduğunu sorduğunda “Kapıya vurdum kızım; gözüm ondan böyle oldu” diyerek gözlerinin dolu dolu olmasının sebebinin Ali Amca olduğundan da haberi yoktu. Mutfakta annesine ağlayarak bir şeyler anlatan teyzesinin konuşmalarını gizlice dinleyip “Anne kuma ne demek?” diye sorduğu için neden azarlandığına da aklı ermiyordu bir türlü.
Göğüsleri belirginleştiği için evde kamburunu çıkartarak dolaşan ablasının arkadaşlarıyla görüşmesine babasının neden bu kadar kızdığını da anlamıyordu. Heyecanla beklediği okuluna gideceğini ama sadece sekiz yıl sonra babasının onu da tıpkı ablasında olduğu gibi okuldan alacağını da bilmiyordu henüz… Ona “Büyüyünce ne olacaksın?” diye soranlara, “Anne olacağım; bir de öğretmen” diyordu. Ama öğretmen olamayacağını bilmiyordu ne yazık ki. Bir gün gelip yanında üç çocukla baba evine döneceğini de...
O küçük kız, onu nasıl bir hayatın beklediğini daha bilmiyordu ki… Kirlenmiş minik gelinliğinin savrulan etek uçlarının sihrine kapılmış, bilmediği bir dünyanın hayaliyle büyüyor; her şeyden habersiz kendi kendine gülümsüyordu…
Fotoğraf: http://www.deviantart.com/
uçurtma avcısı kitabının filmi de çok iyi tavsiye ederim. yazınızdaki duygu benzerliği dikkat çekici.
YanıtlaSilBahsettiğiniz filmi bulup izlemeye çalışacağım. Teşekkür ederim.
YanıtlaSil