11 Mart 2007 Pazar

AKDENİZ DİNGİN, BEN DİNGİN

30152Şimdi bir “an” hayal edeceğiz birlikte. Gözlerinizi kapatın ve düşünün… Aylardan Temmuz… Akdeniz’desiniz; tam da içinde. Siz Akdeniz’de, Akdeniz sizde… Sabahın erken vakitleri. Sakin ve dingin... Denizin üzerinde sırtüstü uzanmışsınız. Henüz kavurucu olmayan güneş yüzünüzü ısıtıyor. Yüzünüzdeki minik tuz zerreciklerinin kuruyarak gerginleştiğini duyumsuyorsunuz. Göz kapaklarınızın içinde bile gözleriniz, güneşin parlaklığını hissediyor.

Bütün kaslarınızın birer birer gevşediğini hissediyorsunuz. Ellerinizi suyun üzerinde sakince kaydırıyorsunuz. Denizin avuçlarınızda yarattığı his hoşunuza gidiyor. Sonra eliniz saçlarınıza gidiyor. Saçlarınızın bir yosun gibi, denizin ahengiyle salındığını fark ediyorsunuz. Ayaklarınızı minik çırpmalarla suda hareket ettiriyorsunuz. Çıkardığınız sesleri dinliyorsunuz. Uçuyormuşçasına kollarınızı ve bacaklarınızı açıp kapatıyorsunuz. Nasıl bu kadar hafif olabildiğinize bir kere daha şaşırıyorsunuz ; gülümsüyorsunuz…

Bir ara gözlerinizi açmaya çalışıyorsunuz. Tam da açılmıyorlar; güneş o kadar parlak ki… Tek gözünüzü açarak çevrenize bakıyorsunuz. Tuzlu su gözlerinizi yakıyor.Yakınınızdan maske ve paletle bir adam geçiyor. Telaşla ayaklarını çırpıyor. Belli ki denizin dibinde onu heyecanlandıran bir şeyler görmüş. Birden yönünü değiştirip uzaklaşıyor giderek. Az ilerde bir baba , kollukla yüzen minik kızını, ona doğru gelmesi için ikna etmeye çalışıyor. İki kadın, bir yandan yüzüp bir yandan sohbet ederek size doğru yaklaşıyorlar. Sohbet oldukça koyu görünüyor. Sahilden bir müzik sesi geliyor. Açıktan bir jetski geçiyor hızla, peşinde dalgalar oluşturarak. Akdeniz dalgalanıyor; tabii siz de…

Aniden aklınıza maske ve paletli adamın heyecanı geliyor. Onu heyecanlandıranın ne olabileceğini düşünüyorsunuz. Merak ediyorsunuz. Derin bir nefes alıp suyun derinliklerine doğru dalıyorsunuz. Birden bütün sesler kesiliyor. Çevrenizdeki tüm insanlar yok oluyor. Zaman duruyor adeta. Bir büyünün içine dalmış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Koyu mavi bir dipsizlik ve balıklar var sadece… Denizin altındayken suyun yüzeyine doğru bakıyorsunuz. Ağzınızdan çıkan hava kabarcıklarının ve güneşin ışıltısını hayranlıkla izliyorsunuz.

Birden acıktığınızı hissediyorsunuz. Kıyıya doğru yüzmeye başlıyorsunuz. Terliklerinizi gördüğünüz yerde denizden çıkıp doğru duşa atıyorsunuz kendinizi. Giderek kızgınlaşan güneşin altında, önceleri ılık akan ama giderek soğuyan su hoşunuza gidiyor. Duşun altındayken , güneşi, üzerinize yağan basınçlı su damlacıklarının arasından görmeye çalışıyorsunuz. Gözünüzü açamayınca; gülümsüyorsunuz…

Şezlonga uzanıyorsunuz. Yanınızda güneş koruma faktörlü kreminiz, kitabınız , gazeteniz… Sipariş verdiğiniz karışık tost ve çay geliyor az sonra… Şezlongun sırt kısmını yükselterek yarı oturur bir duruma geliyorsunuz. Bir yandan tostunuzdan bir ısırık alırken, bir yandan da çevrenizdekileri izliyorsunuz.

Uzaklardan bir yelkenli geçiyor ağır ağır… Onun nereye gittiğini merak ediyorsunuz… Onunla gitmek istiyorsunuz belki de…Gözden kayboluncaya kadar izliyorsunuz…Sonra şemsiyenin altında uzanıyorsunuz yavaşça. Sırtınıza güneşin sıcaklığı vuruyor. Hafif hafif bir Meltem çıkmaya başlıyor. Gözlerinizi kapatıp, gülümsüyorsunuz…

Akdeniz dingin…. Siz dingin…

NOT: Bu blogu sevgili ablam Gülfem için yazdım. Umarım bundan sonraki yaşamı, her zaman, böyle bir gün kadar keyifli ve dingin olur. Nice mutlu yıllara...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder