Yıl 2009... Ne zamandır Türkiye’ye gitmedim. Üstlerimi ikna edip, şüpheleri üzerime çekmeden kendime bir görev çıkartmam hiç de zor olmadı aslında. Sadece kendime bir koordinat belirlemem gerekiyor. Şu Google Earth de basit masit ama nostaljik olduğu için sevimli geliyor bana. Evetttt! Zzzıttırı pıttırı bızıbızı zııırrrt. Şu Türkler çok komik! Bizim bu seçim yapma oyunumuzu “Ooo pitiii piiitiii karamela sepetiiii” gibi bir çeviriyle söylüyorlar. Aman nasıl biliyorlarsa öyle yapsınlar; bana ne? Neyse üsse haber vereyim:
- Xyzicon merkez?
- Dinliyoruz Zubidik.
- Koordinatları veriyorum. Kuzey 36.26.31.09 , Doğu 29.36.8.39
- Yine Türkiye galiba…
- Evet... Antalya, Kaş, Sütleğen Köyü...
- Anlaşıldı Zubidik. Bol şans!
30 Nisan 2009 Perşembe
28 Nisan 2009 Salı
UÇARSU
Baharın gelmesiyle birlikte doğadaki uyanışa tanık oluyorum büyük bir keyifle. Sert geçen kışa inat, yeşile çaldı dört bir yan… Geçici görevimin ilk günlerinde dağları beyaz bir örtü gibi kaplayan karlar yavaş yavaş erimeye, dereler kar sularını göllere taşımaya başladı. Nisan sonu, Mayıs başı , Gömbe ve civar köylerinde heyecan içinde beklenir. Çünkü her sene bu tarihler arasında Gömbe’yi koynuna almış gibi duran azametli Akdağ’dan buradakilerin diliyle Uçarsu’nun “patlama” zamanı gelmiştir.
Bütün kış derin bir sessizliğe gömülmüş olan Uçarsu Şelalesi , bir çok kaya gözünden teker teker patlayan kaynakların birleşmesiyle metrelerce yukarıdan vadiye yeniden dökülmeye başlar. Bu durumun bilimsel açıklaması olarak, yoğun kar ve soğuğa bağlı olarak şelaleyi besleyen göllerin donması nedeniyle kışın su kesilir ve Fethiye ovasına doğru akar. Baharın gelmesiyle de eriyen buzlar nedeniyle tekrar Gömbe tarafına akmaya başlar. Ama bu açıklamadan daha ilginç olanı bu şelale ile ilgili birbirine benzer iki efsane olmasıdır.
Bütün kış derin bir sessizliğe gömülmüş olan Uçarsu Şelalesi , bir çok kaya gözünden teker teker patlayan kaynakların birleşmesiyle metrelerce yukarıdan vadiye yeniden dökülmeye başlar. Bu durumun bilimsel açıklaması olarak, yoğun kar ve soğuğa bağlı olarak şelaleyi besleyen göllerin donması nedeniyle kışın su kesilir ve Fethiye ovasına doğru akar. Baharın gelmesiyle de eriyen buzlar nedeniyle tekrar Gömbe tarafına akmaya başlar. Ama bu açıklamadan daha ilginç olanı bu şelale ile ilgili birbirine benzer iki efsane olmasıdır.
22 Nisan 2009 Çarşamba
SAĞLIKLI ÇOCUK, SAĞLIKLI TOPLUM
Çocuk olmak çok güzel değil mi? Zaman zaman hepimiz çocukluk günlerimize dönmeyi istiyoruz. Yaşamın omuzlarımıza yüklediği o kocaman, içi sorumluluklarla dolu çuvalı sırtımızdan attığımız gibi çayırlarda nefes nefese koşturabilmeyi belki de... Gün geceye dönene kadar bisiklete binmeyi, burnumuz güneşin yakıcılığıyla soyuluncaya kadar kumdan kaleler yapmayı, akşam üstleri nefis kokan kızarmış patatesin başına çöreklenip bir solukta hepsini bitirmeyi kim özlemez ki?
Mutlu ve huzurlu geçen bir çocukluk dönemi, insanı yetişkinliğe taşıyan en sağlam köprülerden birisidir aslında. Bedenen ve ruhen sağlıklı yetişmiş insanlardan oluşacak toplum da buna paralel bir gelişim gösterecektir elbette.
Sağlık bir haktır. Bir insanın ana rahmine düştüğü andan, bebekliğine, çocukluk ve yetişkinliğine kadar sağlık hizmetlerinden ırk, din ve dil farkı gözetmeksizin yararlanması gerekmektedir. Herhangi bir sağlık sorunuyla doğan çocuklar daha özel bir ilgi ve bakım görmelidir.
Mutlu ve huzurlu geçen bir çocukluk dönemi, insanı yetişkinliğe taşıyan en sağlam köprülerden birisidir aslında. Bedenen ve ruhen sağlıklı yetişmiş insanlardan oluşacak toplum da buna paralel bir gelişim gösterecektir elbette.
Sağlık bir haktır. Bir insanın ana rahmine düştüğü andan, bebekliğine, çocukluk ve yetişkinliğine kadar sağlık hizmetlerinden ırk, din ve dil farkı gözetmeksizin yararlanması gerekmektedir. Herhangi bir sağlık sorunuyla doğan çocuklar daha özel bir ilgi ve bakım görmelidir.
21 Nisan 2009 Salı
ORTAK YAPIM
Karikatür çok farklı bir sanat dalı bence. İronik, saçma, politik, yani aklınıza gelen her türlü şekliyle, zaman zaman içinde yaşanılan kültüre dönük, zaman zamansa evrensel öğelerle beslenebiliyor.
17 Nisan 2009 Cuma
BİR GAZETE KUPÜRÜ
Derin kırışıklıklarla dolu yüzü yorgun görünüyordu; hem de çok yorgun. Başındaki kasketin gölgelediği zayıf yüzüne ve çökmüş gözlerine baktım. Elindeki sağlık karnesini ürkekçe bana uzattı: “Hanımın ayakları rahatsız; o yüzden getiremedim. Sürekli kullandığı bir tansiyon ilacı var. Onu yazdırmak istiyordum.” Karşıdaki koltuğa oturabileceğini söyledim.
Gerekli kayıtları yapmak ve ilacını yazmak için sağlık karnesinin kapağını açtığımda , plastik cebe yerleştirilmiş eski bir gazete kupüründe, başında mavi komando beresiyle gülümseyen genç adamı gördüm. O anda ne yapacağımı ya da nasıl davranacağımı bilemiyordum. Yazının aralarından bazı kelimeler ve cümleler birer birer oldukları yerden sıçrayıp yüreğime batmaya başlamıştı çünkü…
Gerekli kayıtları yapmak ve ilacını yazmak için sağlık karnesinin kapağını açtığımda , plastik cebe yerleştirilmiş eski bir gazete kupüründe, başında mavi komando beresiyle gülümseyen genç adamı gördüm. O anda ne yapacağımı ya da nasıl davranacağımı bilemiyordum. Yazının aralarından bazı kelimeler ve cümleler birer birer oldukları yerden sıçrayıp yüreğime batmaya başlamıştı çünkü…
14 Nisan 2009 Salı
ÖFKE
“Hanımefendi daha ne kadar bekleyeceğiz?”. Bu sinirli cümleyi kimin kurduğunu görmek için bilgisayardan başımı kaldırıp sesin sahibine baktım. Kaşları çatılmış, burun delikleri genişlemiş ve dişleri birbirine kenetlenmiş bir adam kapının önünde duruyordu. “Hastanızın ismi neydi?”. Öfke dolu bir sesle önce hastasının adını söyledi, sonra da söylenmeye devam etti. Ekrandaki poliklinik listesinden kontrol ettim. Bu isimde bir hasta kayıtlı değildi. “Benim listemde görünmüyor. Diğer poliklinikte kayıtlı olabilirsiniz.” dedim.
Adam negatif bir enerji saçarak konuşmaya devam etti:”Ama danışmadan bizi bu polikliniğe yönlendirdiler!”. Bazen karışıklık olabileceğini, danışmaya gidip durumu netleştirebileceğini anlatmaya çalışırken sert bir hareketle sırtını dönüp uzaklaşmaya başlamıştı bile. Koridorda yankılanan sesini duymakta hiç güçlük çekmiyordum.
Adam negatif bir enerji saçarak konuşmaya devam etti:”Ama danışmadan bizi bu polikliniğe yönlendirdiler!”. Bazen karışıklık olabileceğini, danışmaya gidip durumu netleştirebileceğini anlatmaya çalışırken sert bir hareketle sırtını dönüp uzaklaşmaya başlamıştı bile. Koridorda yankılanan sesini duymakta hiç güçlük çekmiyordum.
10 Nisan 2009 Cuma
AH BİR BEKAR OLSAM!
- Biliyor musun? Benim hanımı bugün İstanbul’a gönderdim! Yolda şimdi…
- Hayırdır?
- İş toplantısı…
- Ehh… Allah kavuştursun o zaman.
- Sağol…Yani anlayacağın iki gün boşa çıktım. Alemlere akacağım! Bekar hayatı yaşayacağım!
- Boşa çıkmak mı? Yapmak istediğin şeyler karının şehir dışına çıkmasını mı gerektiriyor?
- Tabii… Uzun süreli evliliklerde bir süre sonra monotonluk oluyor malum. İnsanın canı biraz heyecan istiyor. Bu acayip bir şey mi sence? Yani sıkılmak?
- Yoooo… Niye acayip olsun ki? Sen sıkıldığına göre eminim karın da sıkılmıştır bu monotonluktan ve onun da canı heyecan verici anlar istiyordur haliyle. İkiniz de ara sıra başkalarıyla heyecan yaşamayı kararlaştırdıysanız, bu kimi ilgilendirir ki?
- Hayırdır?
- İş toplantısı…
- Ehh… Allah kavuştursun o zaman.
- Sağol…Yani anlayacağın iki gün boşa çıktım. Alemlere akacağım! Bekar hayatı yaşayacağım!
- Boşa çıkmak mı? Yapmak istediğin şeyler karının şehir dışına çıkmasını mı gerektiriyor?
- Tabii… Uzun süreli evliliklerde bir süre sonra monotonluk oluyor malum. İnsanın canı biraz heyecan istiyor. Bu acayip bir şey mi sence? Yani sıkılmak?
- Yoooo… Niye acayip olsun ki? Sen sıkıldığına göre eminim karın da sıkılmıştır bu monotonluktan ve onun da canı heyecan verici anlar istiyordur haliyle. İkiniz de ara sıra başkalarıyla heyecan yaşamayı kararlaştırdıysanız, bu kimi ilgilendirir ki?
7 Nisan 2009 Salı
BİR AVUÇ TOPRAK
Çiçekli desenli şalvarı ve beyaz yemenisiyle tam bir köylü kadınıydı. Güçlü kolları ve kalın bilekleri vardı. Avuç içleri kabalaşmış; topukları susuz kalmış toprak gibi çatlamıştı. “Ne kadar şanslı olduğunun farkında mısın? “ dedim. Çapaladığı topraktan başını kaldırıp, öylece yüzüme baktı: “Niye ki?”. “Niyesi var mı? Bu bahçe senin değil mi?”. Hala anlamaz bakışlarıyla yüzümü süzüyordu: “Benim?”. “Yani şu elma ağacı, köşedeki kırmızı güller, şu tavuklar?”. Sanki ilk defa görüyormuş gibi, telaşla koşuşan tavuklarına baktı: “Onlar da benim”. “İşte bak! Bu yüzden sen çok şanslısın…”.
Söylediklerime çok şaşırmış gibi görünüyordu: “Nesi var ki bunların?”. Acı acı gülümsedim: “Biliyor musun? Evimin balkonunda bir avuçluk toprağım var benim. O minicik saksılarda rengarenk çiçekler yetiştirmeye çalışıyorum. Her sabah, tomurcukların ne kadar büyüdüğünü izlemek için heyecanla balkona çıkıyorum. Onları sularken yapraklarını seviyorum bazen; solanlarını özenle ayıklıyorum. Sonra oturup dakikalarca onları izliyorum büyük bir keyifle…
Söylediklerime çok şaşırmış gibi görünüyordu: “Nesi var ki bunların?”. Acı acı gülümsedim: “Biliyor musun? Evimin balkonunda bir avuçluk toprağım var benim. O minicik saksılarda rengarenk çiçekler yetiştirmeye çalışıyorum. Her sabah, tomurcukların ne kadar büyüdüğünü izlemek için heyecanla balkona çıkıyorum. Onları sularken yapraklarını seviyorum bazen; solanlarını özenle ayıklıyorum. Sonra oturup dakikalarca onları izliyorum büyük bir keyifle…
6 Nisan 2009 Pazartesi
NEYSE HALİN...
Burnunun ucuna düşürdüğü gözlüğünün üzerinden ciddi bir bakış fırlattı:
- Bak ! Sıkıntıların nasıl da dökülüyor? Çok sıkılmışsın ama atıyorsun yavaş yavaş. Hımmm… Bur’da bir kadın görüyorum. Çiyan gibi bir şey. Kim kız bu?
- Ay ne bileyim ablacım? Bir tarif etsen…
- İnce…Çöp gibi bir kadın. Aman gerçi buna da kadın denmez ya. Kadın dediğin şöyle benim gibi etli butlu olacak. Hahahahahah!
Gülerken, kucağının üstüne oturmuş göbeği de neşeyle titriyordu. Bu gülme faslı uzadıkça Zeynep giderek sabırsızlanıyordu:
- Hadi ama Aysel Abla! Kaç yaşlarında bu kadın? Genç mi? Güzel mi?
Kadın ise kızın bu endişeli bekleyişinin keyfini çıkartıyordu adeta. Hemen yanındaki sehpanın üzerindeki soğumaya yüz tutmuş çayını bir dikişte bitirip, çay kaşığını bardağının üzerine koydu. Gözlüğünü düzeltti. Fincandaki şekillere tekrar dikkatle bakmaya başladı:
- Valla sarışın mı desem, kumral mı?
- Ohhh iyi esmer değil yani!
- Bak esmer de olabilir aslında… Dur bakayım… Aaa esmer esmer!
- Esmer miiiii?
- N’ooldu? Kim var kız esmer?
- Kadir’in eski nişanlısı esmerdi. O mu acaba?
- Bak ! Sıkıntıların nasıl da dökülüyor? Çok sıkılmışsın ama atıyorsun yavaş yavaş. Hımmm… Bur’da bir kadın görüyorum. Çiyan gibi bir şey. Kim kız bu?
- Ay ne bileyim ablacım? Bir tarif etsen…
- İnce…Çöp gibi bir kadın. Aman gerçi buna da kadın denmez ya. Kadın dediğin şöyle benim gibi etli butlu olacak. Hahahahahah!
Gülerken, kucağının üstüne oturmuş göbeği de neşeyle titriyordu. Bu gülme faslı uzadıkça Zeynep giderek sabırsızlanıyordu:
- Hadi ama Aysel Abla! Kaç yaşlarında bu kadın? Genç mi? Güzel mi?
Kadın ise kızın bu endişeli bekleyişinin keyfini çıkartıyordu adeta. Hemen yanındaki sehpanın üzerindeki soğumaya yüz tutmuş çayını bir dikişte bitirip, çay kaşığını bardağının üzerine koydu. Gözlüğünü düzeltti. Fincandaki şekillere tekrar dikkatle bakmaya başladı:
- Valla sarışın mı desem, kumral mı?
- Ohhh iyi esmer değil yani!
- Bak esmer de olabilir aslında… Dur bakayım… Aaa esmer esmer!
- Esmer miiiii?
- N’ooldu? Kim var kız esmer?
- Kadir’in eski nişanlısı esmerdi. O mu acaba?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)