29 Aralık 2009 Salı

BİR DİLEK...

resim-003Zaman hızla akıp giderken, yeni yılın gelmesi daha bir çabuklaşıyor sanki… Tıpkı bir günün ya da ayın nasıl geçiverdiğini anlayamam gibi… Ama nedense, gelen her yeni yılda tekrar umutla doluyorum. Bir yılın hesabını yapıp, benden götürdükleri ve bana ekledikleriyle doldurduğum defterimi diğerlerinin yanına yerleştiriyorum özenle.

Biliyorum; bir günden diğerine geçtiğimde değişen hiçbir şey olmayacak. Ama herkes gibi bir tazelenme fırsatı belki de istediğim… Ve bir dilek tutup gerçekleşmesini beklemek...

Yeni yılda yuvalarımızdan sağlık, huzur ve keyif eksik olmasın!

12 Aralık 2009 Cumartesi

HERKESİN BABASI ÖLÜR...

father_and_sonHerkesin babası ölür! Kimisi erken... Kimisi geç... Geç mi? Ne diyorum ki ben? Kim babasının geç öldüğünü düşünebilir ki? Bunu düşünebilmek için herhalde ondan nefret etmek gerekir. Bir insan babasından nefret edebilir mi peki? Neden olmasın? Çok sev ya da nefret et; ama babalar mutlaka ölür...

Bazen "erken" olarak tanımladığımızın, aslında neye ya da kime göre erken olduğunu düşünmeyiz bile... Önemli olan onu bir daha göremeyecek olmamız gerçeğidir. Ama mantıklı düşünebilsek bunun kıyaslamasına gidebiliriz belki de kendi içimizde. Babamı kaybettiğimizde daha 46 yaşındaydı; ben de lise ikinci sınıftaydım. Bizim için çok erkendi; değil mi? O zaman, bugün babasının cenaze töreninde olduğunun bile farkında olmayan küçücük yavruya ne demek gerekir? O , büyüdüğü zaman neler düşünecek ya da anılarında babasına dair en ufak bir ipucu olabilecek mi? Fotoğraflardan ona gülümseyen bir yabancı adam dışında ne ifade edecek onun için "baba" kavramı?

4 Aralık 2009 Cuma

İNADINA YAŞAMAK

e3


 


Elindeki kağıt parçasını, kemikli parmaklarının arasında bana doğru uzattı. Hafifçe elleri titriyordu. “Kızımın ilaçları doktor hanım. Kendisi özürlü de o yüzden getirmedim”. Elinin teriyle hafifçe ıslanmış olan kağıtta, sara hastalığında kullanılan bazı ilaçların isimleri yazıyordu. Kızının ne gibi bir problemi olduğunu sorduğumda , omuriliğinde doğuştan var olan bir hasar yüzünden her iki bacağının da tutmadığını öğrendim. Kadın yorgun görünüyordu; hem de çok yorgun….


 


“Ama okuttum kızımı!” dedi. Solgun gözleri pırıl pırıl parlamaya başladı birden. Ne kadar önemli bir şey yaptığının o da farkındaydı. “Eksik kalmasın istedim. Okusun istedim”. Anlatmak istiyordu; ben de dinlemek… “Sırtımda  getirip götürdüm okula. Okuldan çıkıp, rehabilitasyona giderdik birlikte. Ortaokula geçtiğinde sınıfı üçüncü kattaydı. Okulda asansör de çalışmıyordu”. “Eee okul idaresiyle konuşup, kızınızın sınıfını giriş katına aldırsaydınız keşke” diye söylendim. Dinlediklerime kendimi öyle kaptırmıştım ki sesimdeki telaşa kendim bile şaşırmıştım.


 


3 Aralık 2009 Perşembe

FARKINDA MISIN?

2ALINTIDIR...

"Her şey “insan” olmakla başlar. Hepimiz aynı şekilde doğduk, aynı şekilde doyduk, çocuk olduk. Sonra büyüdük, olduk. Kadın ve erkek olduk. Yaşlı ve genç. Özgür ve tutuklu. Siyah ve beyaz. Farklı sıfatlar verildi her birimize: uzun, kısa, şişman, güzel, çirkin, “engelli” olduk. Eşit olamadık bir tek. Hani herkes eşitti hayatta?! Neden bazıları daha eşittir ki bu hayatta!

Sen… Sokağa çıktığında kaç tane engelli ile karşılaşıyorsun? Karşılaştığında ne düşünüyorsun? Bir şey düşünüyor musun? Türkiye nüfusunun yüzde kaçı engelli biliyor musun? Sokakta bir engelli görmek için kaç engelin var farkında mısın? Peki onların nasıl yaşa(yama)dıklarının?

Büyüdüğünde kim olursan ol, ne yaparsan yap eşit yaşamak için çalışan insanlar var burada! Her insanın birçok engeli ve bir kalbi var. Kalbini engelleme, engelleri kaldır!

Eğer sen de insan olmayı önemsiyor, “bir engel de ben olmayayım” diyorsan;

http://www.engellerikaldir.com ‘a girerek destekleyenlere kendi adını ekleyerek hassasiyetini gösterebilir, facebook grubuna tüm listeni davet edebilir, msn iletine web site adresini yazabilir, blog veya sahip olduğun mecralarda  konuya yer verebilir, konu hakkında fikir ve önerilerini e-posta gönderebilir, sponsor olabileceğini düşündüğün tanıdıklarına konuyu paylaşabilirsin.

Gün gelecek, herkes önce “insan” olacak…"

Engelleri Kaldır Hareketi
www.Engellerikaldir.com

24 Kasım 2009 Salı

KONUŞMA

751692e4a5f114f0f1ab8259d6c9ce14- Neden bakıyorsun bana öyle?
- Nasıl bakıyorum?
- Dik dik… Sanki bir şey sorar gibi…
- Sana ne sorabilirim ki?
- Bilmem…
- Peki o zaman, sana bir şey soracağım fikrine nereden kapıldın?
- Sen hep sorarsın!
- Hep mi?
- Evet hep!
- Hımmm yine hırçınlaşmışız bakıyorum.
- Offff böyle konuşulmasından nefret ettiğimi biliyorsun. “Biz” miş!
- Evet biliyorum… Seni kızdırmaya çalışıyor olamam mı?
- İlişkilerini karşısındakini kızdırarak kurmaya çalışanlara da sinir olurum. Yani bir taşla iki kuş vurdun tebrikler! Hem neden uğraşıyorsun benimle?
- Neden uğraşmayayım?
- Başka işin mi yok?
- Benim işim sensin. Şimdi anlat bakalım; nedir sorun?

5 Kasım 2009 Perşembe

DÖRT TABAK

plates_for_crypto_cannibals_by_edmondmarot“Hiç değilse bu akşam yemeğinde olsun dört tabak indirsem raftan!” Sesindeki sıkıntılı ton dikkatimi çekiyor. “Dört tabak mı?” diye şaşkın şaşkın soruyorum. “Evet! Sofrayı dört tabakla kurmayalı öyle çok zaman geçti ki… Kocam, iki çocuğum ve ben” diyerek iç geçiriyor. “Niye ki? “ diyorum; çünkü hala anlayamıyorum tam olarak ne demek istediğini.


 


“ Evlendiğimizden beri evde sürekli birileri daha oluyor. Kayınvalidem, kayınlarım, ablamlar, yengeler, yeğenler… Herkes bizde anlayacağınız.” Anlatırken  yüz hatlarının gerilmesinden, o anların kafasında tekrar tekrar canlandığını hissedebiliyorum. “Hiç yalnız kalamadık bir türlü. Bizim buna ihtiyacımız olduğunu hiç düşünmediler. Sonra çocuklar oldu. Zaman geldi onlarla bile yeterince ilgilenemedim.”.


 


“Keşke uygun bir dille anlatmaya çalışsaydın bu rahatsızlığını” benzeri bir cümle kuruyorum ama aslında kurduğum cümleye kendim de inanamıyorum. Çocukları büyüyüp okul çağında olan bir kadının yakınışı bunlar. “Herkesin bize gelmek ve kalmak için bir bahanesi var. Kayınvalidem ‘Çocuklarınıza bakıyorum’ diyor ama aslında biz kreşi tercih ediyorduk; ona söyleyemedik. Ev üstünde ev olmuyor işte. Çocuklar doğdu doğalı bizimle yaşıyor. Ben evimin düzenine eşimle birlikte karar vermek istiyorum ama o sürekli iktidarını kanıtlamaya çalışıyor evde. Bizimle uyanıp, biz yatıncaya kadar bizimle oturuyor. Bir gün bile, bizi bir akşamlığına da olsa baş başa bırakması gerektiğinin farkında bile değil.”

6 Ekim 2009 Salı

RÜYALAR GERÇEK OLSA!

kedi-         Biliyor musun anne? Dün gece bir rüya gördüm…


 


-         Hayırdır inşallah… Ne gördün?


 


-         Yok yok! Bir değil, iki rüya gördüm peş peşe… Ama bunlar hep senin yüzünden oluyor; bunu da bilmiş ol!


 


-         Gene ne yaptım ki ben?


 


-         “Ne yaptım?” ı var mı? Sabahtan akşama kadar haberin biri bitiyor diğeri başlıyor. Ben de ister istemez aynı odada olunca izlemesem de kulağıma çalınıyor bir kere…


 


-         Ne gördün? Anlat bakayım…


 


-         İlkinde… Merkezde bir sağlık ocağına tayin olmuşum…


 


-         Eeee?


 


-         Beyaz önlüklü ve beyaz türbanlı ve hatta beyaz eldivenli bir sorumlu hekim beni karşılıyor. Bil bakalım kim?


 


-         Kim?


 


-         Nermin Erbakan!!!


 


23 Eylül 2009 Çarşamba

YÜRÜYÜŞ

adamRampa aşağı  kıvrımlarla inen yolun düzlüğe yenice ulaştığı Termessos Kavşağı’nı henüz geçmiştim ki, yol kenarında birini- ya da bir şeyi- gördüğümü sandım. Yanılıp yanılmadığımı anlamak için  otomobilimi sağa, yol dışına doğru çektim. Dikiz aynasından baktığımda, bir adamın yolun kenarında hareketsiz bir şekilde yattığını gördüm. Ablamla gördüklerimizi doğrulatmak istercesine birbirimize baktık. Bir an için tereddütte kalmıştık. Çünkü  insanların bu tür iyi niyetle birilerini kurtarma çabasındayken soyulduklarını hatta öldürüldüklerini de biliyorduk. Ama ya gerçekse?


 


Hızlı bir dönüşle, geldiğim yöne doğru yol alarak ilk kavşaktan tekrar dönerek adamın yanına ulaştık. Her olasılığı göz önünde bulundurarak otomobili kilitledim ve ablama yoldan geçen bir aracı durdurmasını söyleyerek adama doğru eğildim. Hiç hareket etmeden öylece yatıyordu. Nefesini ve kalp atışlarını kontrol ettim; yaşıyordu…


 


10 Eylül 2009 Perşembe

GECİKMİŞ BİR TEŞEKKÜR

kopyasi-p10706021Yaşam böyle bir bilinmezlik taşıyor işte… Hiç planlamadığımız bir şekilde gelişiyor ve ummadığımız şekillere bürünüveriyor. En son yazımı  25 Haziran tarihinde yayına vermiştim. Onu hemen izleyen günlerde taşınıp yerleşme telaşı ve köyde internet bağlantımızın henüz olmaması sebebiyle  “Yaşasın! Duyduk duymadık demeyin dostlar! Evimiz bitti!”  içerikli yazımı bir türlü hazırlayamamıştım. Ama olsundu. Sonunda 3 haftalık senelik iznimin sonunda şehre yumuşak bir iniş yapmıştım. Artık tek gereksinimim olan şey, evimizin yapımında emeği geçenlerin isimleriydi.


 


Gerçi bir çoğunu tanımış olsam da, birilerini unutabilecek olmanın endişesini taşıyordum. Tabii ki  “Şöyle toptan bir teşekkür edeyim; Fabrikev ekibi aralarında paylaşsın” diye de düşünebilirdim. Ama aralarında bir dönem artık neredeyse annemden fazla gördüklerim olduğundan, isimleri toparlamayı daha uygun bulmuştum. Bir yandan haftalardır işten uzak olmanın rehaveti, bir yandan kavurucu sıcaklarda köyde olma özlemiyle geçen bir haftanın üzerine , sağ omzumda akşamüstü başlayan ve giderek artan bir ağrı, zaten var olan ruh halimin tuzu biberi olmuştu. Bilimsel olarak “Bulaşıcı omuz ağrısı” gibi bir tanı bulunmasa da , en son muayene ettiğim omuzu ağrıyan hastamdan sonra başlamış olan ağrım için daha uygun bir tanımlama bulamıyordum.


 


kopyasi-p1070612Sonraki beş hafta benim için oldukça zorlu bir süreç başladı. Sebebi “bahçede tırmık yapmak” ya da “perde asmak” gibi bir takım rivayetlere dayandırılsa da önemli olan sonuçtu ve ben sağ kolumu hareket ettiremiyordum. Koltuk altıma destek amaçlı konulmuş yastıklarla, köydeki evimize geri döndüm. Hüzünlü gözlerle bahçeyi seyrediyor, tırmık yapmak ya da beton yanmasın diye bahçe duvarlarını sulamak için yanıp tutuşuyordum. Ama  bırakın bunları yapmayı saçımı toplamak ya da kendi başıma banyo yapabilmekten aciz bir durumdaydım.


Genelde bu tarz sakatlanmalarda alçı, atel ya da elastik bandaj görmeye alışkın olunduğundan,  bu “Koltuk altı yastık” pozisyonunu algılamaz bakışlara maruz kaldım.


 


kopyasi-p1070611Tabii ki aylardır yazamamış olmanın  acısını çıkartırcasına gene çenem düştü ve ne anlatacakken nerelere geldi konu… Sağlık sorunum nedeniyle ötelene ötelene bugüne kadar geldik işte… Evimizin bütün yapım aşamalarını fotoğraflarla anlatmıştım sizlere. Bu süreç zarfında çok güzel ve sıcak dostlar edindik. Elbette ki yeni başlayan her projede olabileceği gibi bir takım aksaklıklar oldu ama bu sorunların giderilmesindeki çabayı ve iyi niyeti gördük. Teorideki bazı uygulamaların pratiğe döküldüğünde ne gibi sonuçlar getirdiği konusunda geri bildirimlerimizi paylaştık. İlgiyle dinlenip, bu uygulamalarda yeni düzenlemelere gidildi. Bu hız ve inançla giderlerse ileriki günlerde adlarını çok daha sık duyacağımız konusunda en ufak bir şüphem bile yok.


 


Gelelim mutlu sona… Öncelikle ekonomideki  durgunluğa inat, Fabrikev gibi son derece pratik ve çağdaş bir projeye çok ciddi bir yatırım yapan ve bunu daha da geliştirmek isteyen  Mustafa SAK’ı yürekten kutluyor ve yolunun açık olmasını diliyoruz. Genel Md. Yrd. Muzaffer ERTEN, Pazarlama Md. Emre ÖZBIYIK, Bölge Md. Fatih SORGUÇ ve Montaj Md. Volkan BENZEŞ’e ilgi ve dostlukları için çok teşekkür ediyoruz. En kısa zamanda da mangal yapmaya bahçemize bekliyoruz.


 


 kopyasi-p1070601Evimizin temelini atan Alt Yapı Ekip Şefi Adem Usta ve  diğer ustalarımız Şeref, Süleyman, Ahmet, Nail, Mustafa ve Lokman… Hepinizin   ellerine sağlık. O kadar güzel ve sağlam bir temel yapmışsınız ki, daha ev kurulmadan önce bile köydekiler temelimizi görmeye geldiler. Montaj Ekip Şefi Cihan  ve ekipteki diğer ustalar İsmail, Akif, Yahya, Ahmet, Gökalp, Gökhan, Mehmet Ali, Kemal, Serkan, Nuri ,  Osman, Ali, Okan, Erdoğan, Barış ve Şükrü… Kendi evinizi kuruyormuşçasına titiz ve hevesle çalıştınız. Çay sohbetlerimizle   ve yemek molalarımızla, esprilerle güle oynaya kurdunuz evimizi. Bundan sonra da bu ev her zaman neşeli ve bereketli olacak; buna tüm kalbimle  inanıyorum.


 


Emeği geçen herkese ( isimlerini unuttuklarım varsa affola) çok teşekkür ediyoruz. Fabrikev ailesi bilsin ki ; artık Bayatbademleri Köyü’nde de bir evleri var… Kapımız daima açık ve çayımız her zaman hazır…


kopyasi-p10706412


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 

25 Haziran 2009 Perşembe

12. GÜN

İsteklerin sonu bitmek tükenmek bilmiyor  elbette… Ya da bazı gereksinimler somutlaştıkça fark ediliyor. İşte bizde de böyle oldu. Ek bir veranda ve evin dış cephesine dekoratif bir malzeme kaplanmasını isteyince işler aksadı haliyle. Tabii ki bu işlerin çıkmasına sebep biz olduğumuz için de kuzu kuzu beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.

Biraz önce ekiplerin bir sorun yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek için gelen Genel Müdür Yardımcısı Muzaffer Bey ile tanıştım. Dönem dönem firmanın üst düzey yöneticileri, montajı yapılan evleri gezerek, olası aksaklıkların önüne geçmeye çalışıyorlarmış. Çok güzel ve çalışanları motive edici bir uygulama bence de…

Şu anda evin içinde ve dışında herkes arı gibi çalışırken, ben de Antalya’nın o bunaltıcı neminden ve sıcağından uzak, evimizin verandasında bu satırları yazıyorum..Aynı zamanda çektiğim fotoğraflardan, çalışan arkadaşlara hatıra CD’si yapıyorum. Rüzgar ve cırcır böceklerinin seslerinin geceleri nasıl da güzel dinleneceğini düşünüp heyecanlanıyorum. Ev bitmeden keyfi başladı ya nihayet; daha ne isteyeyim ki?

Bundan sonraki yazımda artık devir teslim töreninden fotoğraflarla döneceğim.24 Haziran akşamüstü itibarıyla son durum şöyle…
p1070587p1070585p1070584p1070582p1070579p1070578p1070576p1070571p1070570p1070568p1070589

20 Haziran 2009 Cumartesi

8. GÜN

Sağanak yağışların arkasından bastıran Antalya'nın malum sıcakları,  Fabrikev'in montaj ekibinin hızını kesemiyor . Artık evin  ince detayları ve son düzeltmeleri yapılıyor. Bir yandan bizimle sohbet eden, bir yandan da dikkatle işlerini yapan  arkadaşlara şimdiden teşekkür ediyorum. İşte , Cuma akşamüstü itibarıyla objektifimden çıkan görüntüler...

p1070552p1070551p1070549p1070548p10705561p10705551

p1070564p1070563p1070561p1070560p1070559p1070558p10705661

16 Haziran 2009 Salı

SEVCAN'A NE OLACAK?

sev1“Adın nedir?” diye sorduğumda  yüzünde utangaç bir ifade belirdi. Yaşına ve görüntüsüne çok zıt, çocuksu bir ses tonuyla yanıtladı:”Sevcan!”. Yüzüne baktım. Kırklı yaşların başında olsa gerekti. Kucağında birleştirdiği ellerini ovuşturup duruyordu. Yakınmasını sorduğumda yüzüne kocaman bir gülümseme yayılıverdi. “Bilmiyorum...”

Yanındaki yaşlı kadın lafa girdi: “Doğumda oksijensiz kalmış. Geri zekalı oldu böyle.” Yıllardır alışkın olduğu bir açıklamayı yinelemenin bezginliği sinmişti yüzüne. Şikayetinin ne olduğunu bu sefer annesine sordum. “Biraz ateşi çıktı. Öksürüyor. Haa bir de boğazı ağrıyormuş!”  Sevcan, sanki kendisinden söz edilmiyormuşçasına hala gülümsüyordu.

15 Haziran 2009 Pazartesi

5. GÜN

p1070540Elbette her çalışmanın bir de tatili olmak durumunda...  4. gün, montajı yapan arkadaşların da izin günüydü. Hoş izin yapmasalardı da doğa şartları onlara zorunlu bir izin verecekti; çünkü bizim köyde tüm gün yağmur yağmıştı. 5. gün ile ilgili olarak verebileceğim haberler ise şöyle:

- Bir gün önceki yağmur ve fırtına, çatıya çakılmak üzere yukarı çıkartılmış yalıtım tabakalarının bir kısmını aşağıya ve ilerilere savurmuş. Ancak evin içine tahmin ettiğimiz kadar su girmemiş.

-Hava şartlarının elverdiği ölçüde özveriyle çalışan ekip, çatının metal iskeletini oluşturmaya başlamışlar.

-Odaların zeminine şap atılmış.

Bu bilgiler Bülent'in köye gittiği ilk on dakikadaki gözlemleriydi. Sonrasında gelen bir telefonla, acilen şehre geri dönmesi gerekti. Çünkü annesi evde başı döndüğü için düşmüş ve başında şiddetli bir kanaması olmuştu.  Her ne kadar endişelenmiş olsak da, gereken müdahaleyi ve tetkikleri yaptırdıktan sonra ciddi bir problem olmadığını öğrenmek yüreğimizi ferahlattı.

Yapış yapış bir Antalya gecesinde, bir kez daha farkettim ki, insanın kendisinin ve sevdiklerinin ağız tadının yerinde olmasından daha önemli hiç bi şey yok! Sağlıklı olmadan ya da çevremizdekilerin sağlığı yerinde olmadan, mutlu olmak ya da yaşamdan keyif almak diye bir şey de söz konusu değil...

Keyifle geçirilen her günün, bize yaşamın bir armağanı olduğu gerçeğini unutmadan, yaşamaya devam...

 

Fotoğraf: Yağmurdan korumak için dolapları mavi brandayla örtülü mutfak-salondan bir görüntü.

14 Haziran 2009 Pazar

3. GÜN

p1070536Şimdi sırası mıydı hasta olmanın? Öğleye kadar kendimi toparlamaya çalıştıktan sonra , piknik malzemelerimizi de yanımıza alarak köye doğru yola çıktık. Giderek bulutların rengi koyulaştı ve yağmur yağmaya başladı. Köy yoluna döndüğümüzde otomobilin içine dolan o mis gibi ıslak toprak ve çam ağaçlarının kokusunu , tamamen tıkanmış burun deliklerimden dolayı hissedemiyordum.

Henüz çatının montajı başlamadığından, yağmurun evin içine sızmaması için büyük mavi brandalarla kapatılmıştı evimiz. Montajı yapan işçiler, verandanın altına sığınmış, giderek şiddetini artıran yağmurdan korunmaya çalışıyorlardı.  Bu zorunlu molayı fırsat bilerek çay, kahve, pasta, börek  servisine başladık.  Bir yandan  sohbet ederken bir yandan da neler yaptıklarını anlatıyorlardı.  Evin parçalarını birbirine kaynatmaya başlamışlar. Aralarına izolasyon malzemesi sıkılmış. Elbette yağmur bu işlerin oldukça aksamasına sebep oluyordu.

Yağmurun artık durmamaya karar verdiğini farkettiğimiz zaman, işçi arkadaşlarla vedalaşma vaktimiz gelmişti. Onları teşekkürlerle uğurladıktan sonra verandada oturduk. Derin bir sessizliğin içinde verandanın çatısına düşen yağmurun tıkırtılarını dinledik huzur içerisinde.  Bahçede, verandada nasıl düzenlemeler yapabileceğimizi paylaştık heyecanla.  " Şehre dönmeyi hiç canım istemiyor" dedi Demet Ablam. "Bizim de" dedik...  Verandada üç kişi  doğa ve huzurun mükemmel uyumunun keyfini çıkartıyor ve bu mutluluğun daim olmasını diliyorduk tüm kalbimizle...

 

Fotoğraf: Ablam ve Bülent veranda keyfindeler...

13 Haziran 2009 Cumartesi

2.GÜN

Sabah erken saatlerde, evimizin parçalarının yüklü olduğu 8 kamyon köye doğru yola çıktı. Gerisini fotoğraflar anlatsın...p1070487p1070491p1070495p1070501p1070503p1070505p1070513p1070516p1070519

p1070531p1070525p10705271