24 Kasım 2009 Salı

KONUŞMA

751692e4a5f114f0f1ab8259d6c9ce14- Neden bakıyorsun bana öyle?
- Nasıl bakıyorum?
- Dik dik… Sanki bir şey sorar gibi…
- Sana ne sorabilirim ki?
- Bilmem…
- Peki o zaman, sana bir şey soracağım fikrine nereden kapıldın?
- Sen hep sorarsın!
- Hep mi?
- Evet hep!
- Hımmm yine hırçınlaşmışız bakıyorum.
- Offff böyle konuşulmasından nefret ettiğimi biliyorsun. “Biz” miş!
- Evet biliyorum… Seni kızdırmaya çalışıyor olamam mı?
- İlişkilerini karşısındakini kızdırarak kurmaya çalışanlara da sinir olurum. Yani bir taşla iki kuş vurdun tebrikler! Hem neden uğraşıyorsun benimle?
- Neden uğraşmayayım?
- Başka işin mi yok?
- Benim işim sensin. Şimdi anlat bakalım; nedir sorun?
- Yok bir şey…
- Gözlerini kaçırma benden! Bundan kurtuluşun olmadığını biliyorsun. Ben hep sorarım, sen de hep anlatırsın. Yıllardır böyle değil mi?
- Belki de buna bir son vermek gerek!
- Neden?
- Senin bu terapist özentisi tavırlarından olabilir mi acaba?
- Terapist özentisi tavırlarım mı?
- Bak işte yine yaptın! Sorularıma soruyla karşılık veriyorsun ve ben bundan hiç hoşlanmıyorum!
- Sen yaparken iyi ama değil mi?
- Tamam… Kabul ediyorum… Ben de bazen yapıyorum ama …
- Savunmaya geçmene gerek yok…
- Savunmaya geçmiyorum!
- Geçiyorsun… Beş yaşındaki çocuklar gibi tartışmayalım olur mu? Neyse… Hala sorunun ne olduğunu söylemedin…
- Tam olarak nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum.
- Sen mi bilemiyorsun? Canın istedi mi bal gibi yapıyorsun ama!
- Huzursuzum diyeyim o zaman.
- Neden huzursuzsun?
- Bilmiyorum. Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar vermekte şu aralar zorlanıyorum.
- Nasıl yani?
- “Nasıl”ını bilsem anlatacağım zaten!!! Sıkıştım sanki…
- Sen kendi kendini sıkıştırıyor olabilir misin?
- Hayır! Beni, benim dışımdaki herkes sıkıştırıyor…
- “Senin dışındakiler” neden bu kadar önemli?
- Aslında her zaman burnumun dikine gitmeye alışkınım ama yoruldum artık!
- Sen de yorma kendini o zaman.
- Yani aslına bakarsan benim dışımdaki herkes bana kendi isteklerinden bahsediyor. Ve de istemediklerinden… Bir noktadan sonra verdiklerin için şükran duyulacağı yerde, veremediklerin sorgulanmaya başlanıyor.
- Peki ya sen?
- Benim ne istediğimin ya da ne düşündüğümün bir önemi yok!
- Yok mu?
- Evet yok!
- Pekiiiii… Kendi isteklerini net bir şekilde anlattığına emin misin?
- Dilim döndüğünce evet! Bir kısmı “istediklerim”, bir kısmı “olması iyi olacak” durumlar.
- “Olması iyi olacak durumlar” da ne demek?
- Yani aslında benim umursamadığım ama gerçekleşirse hayatımı oldukça kolaylaştıracak bir takım şeyler.
- Ne gibi?
- Bu konuda artık düşünmek ve konuşmak istemiyorum. Çünkü bazılarının gerçekleşmesi ne yazık ki bana bağlı değil… Herkes beni istediği yöne çekiştirmeye çalışırken bir gün bir bakacaklar ki paramparça olmuşum. Bazen şeytan diyor ki ; “Bırak herkesi ve her şeyi; git başka bir şehirde bambaşka bir hayata başla!”
- Dur dur! Hemen gemileri yakmaya kalkma! Zor mu geliyor sana?
- Ne zor mu geliyor?
- Yaşamak…
- Zor ve sıkıcı olmaya başladı benim için. Yani kaç yıl ya da daha ne kadar iyimser olmayı başarabilirsin ki?
- Her zaman iyimser mi olmak gerek sence?
- Bilmem… Yaşamımdaki herkes bir şeylerden korkuyor; buna ben de dahilim. Kimimiz alacağı kararlardan korkuyor, kimimiz başkalarının ne düşüneceğinden tedirgin; kimimizse öğretilenin dışına çıkılmasından huzursuz. Bütün bu olumsuz ruh halleri içinde nasıl iyimser kalabiliriz ki? Ruhlarımızı özgür bırakamıyoruz bir türlü…
- Özgürlük önemlidir elbette…
- Önemli tabii ki… Yaşamla ilgili her türlü üretimimizi kısıtlıyor bu tutsaklık. Aptal aptal bir sürü kuruntuyla zamanımızı çarçur ediyoruz ne yazık ki…
- Ama sen de biliyorsun ki büyük krizlerin sonrasında, öncesinden çok daha huzurlu ve aydınlık bir döneme girilir. Belki de senin yaşamının geldiği nokta bu olamaz mı?
- Umarım öyle olur… Sana bir şey söyleyeyim mi?
- Tabii ki…
- Seni hep kıskandım ben…
- Kıskanmak mı?
- Evet! Sen her zaman sakin ve soğukkanlıydın. Ben fevriyimdir; bilirsin.
- Bilmem mi!!!!
- Seni dinlemem için yalvardığında bile sana kulak asmıyorum. Eskiden daha çok dinlerdim seni. Sonra ne oldu böyle bilemiyorum.
- O anlarda gözün dönmüş gibi oluyorsun. Ama sonra da pişman oluyor; söylediğime geliyorsun.
- Haklısın… Yani bu kadar birbirimize benzeyip aynı zamanda da bu kadar farklı olabilmeyi nasıl başarabiliyoruz anlayamıyorum.
- Eee ne de olsa çok uzun yıllardır birlikteyiz. Ortaklandığımız ve ayrıldığımız konular olacaktır mutlaka.
- Bak ne söyleyeceğim sana! Pes ediyorum… Bana akıl ver. Sağduyuna ihtiyacım var ve sana söz veriyorum ne dersen yapacağım…
- Sonra caymak yok ama!
- Yok yok caymayacağım…
- Tamam… Şimdi beni iyi dinle… Öncelikle biraz sakinleşmelisin. Kendini keyifli zaman geçireceğin ve verimli olabileceğin işlere odakla. Bu kısırdöngüyü kırmanın yolu buradan başlıyor bence.
- Anladım… Verimli olmak her zaman bana kendimi iyi hissettirmiştir zaten. Sonra?
- Sonra terazini al eline. Senin için önemli olmayanları ayıkla; gereksiz ağırlıklardan kurtulmakta fayda var. Önemli olanların gerçekleşmesi yönünde kararlı ol. Hem kendini dinle, hem de benim söylediklerimi aklında tut. Hiç acele etme… Senin için en doğru olanı bulacağına eminim. Sen akıllı bir kadınsın; tıpkı benim gibi…
- Yok yok… Sen benden çok daha akıllısın. Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum. Çok sağol!
- Ben olmasam sen de olmazdın. O yüzden de böyle gereksiz duygusal ortamlar yaratmana gerek yok! Hadi şimdi kendine biraz çekidüzen ver…Ben de bu arada azıcık kafamı dinleyeyim. Daha seninle çok işimiz var; hem de çokkkk… Bir ömür seninle nasıl geçecek bilmem ki!!!

Fotoğraf: www.deviantart.com

6 yorum:

  1. sanki bana da söylemiş gibi bu iç-ses...

    YanıtlaSil
  2. Hımmmmm... Neden olmasın:)

    YanıtlaSil
  3. İyi de o gereksiz ağırlıkları atamıyoruz ki üzerimizden.
    Ah bir atsak işimiz daha kolay olur zaten:))

    YanıtlaSil
  4. Evet Özlemciğim... Sanırım o ağırlıkları atmayı başarabilsek, işimiz çok daha kolay olacak.

    YanıtlaSil
  5. iyi bayramlar canımın içi :)))

    YanıtlaSil
  6. Bize her gün bayram be yavv:))

    YanıtlaSil