ÖYKÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÖYKÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2009 Pazartesi

NEYSE HALİN...

more_lovin___a_cup_by_4naturalbeautyBurnunun ucuna düşürdüğü gözlüğünün üzerinden ciddi bir bakış fırlattı:

- Bak ! Sıkıntıların nasıl da dökülüyor? Çok sıkılmışsın ama atıyorsun yavaş yavaş. Hımmm… Bur’da bir kadın görüyorum. Çiyan gibi bir şey. Kim kız bu?
- Ay ne bileyim ablacım? Bir tarif etsen…
- İnce…Çöp gibi bir kadın. Aman gerçi buna da kadın denmez ya. Kadın dediğin şöyle benim gibi etli butlu olacak. Hahahahahah!

Gülerken, kucağının üstüne oturmuş göbeği de neşeyle titriyordu. Bu gülme faslı uzadıkça Zeynep giderek sabırsızlanıyordu:

- Hadi ama Aysel Abla! Kaç yaşlarında bu kadın? Genç mi? Güzel mi?

Kadın ise kızın bu endişeli bekleyişinin keyfini çıkartıyordu adeta. Hemen yanındaki sehpanın üzerindeki soğumaya yüz tutmuş çayını bir dikişte bitirip, çay kaşığını bardağının üzerine koydu. Gözlüğünü düzeltti. Fincandaki şekillere tekrar dikkatle bakmaya başladı:

- Valla sarışın mı desem, kumral mı?
- Ohhh iyi esmer değil yani!
- Bak esmer de olabilir aslında… Dur bakayım… Aaa esmer esmer!
- Esmer miiiii?
- N’ooldu? Kim var kız esmer?
- Kadir’in eski nişanlısı esmerdi. O mu acaba?

15 Mart 2009 Pazar

HAYATA!

istanbul-008Ağustos ayının ortalarında  şaşırtıcı serinlikte bir akşam vakti, denize tepeden bakan sakin bir restoranda , korkulukların hemen kenarındaki bir masada, orta yaşı hayli geçmiş bir adam elindeki rakı kadehini denize doğru kaldırarak seslendi:

-  “Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler
     Ecel çiğnedi hepsini birer birer
     Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına
     Bizden bir kaç kadeh önce sızdı gittiler.” *

Cümlesi bittiğinde , yakamozdaki ışıltılara bir an için dalıp gitti. Yer yer seyrelmiş saçları, üzerine düşen ay ışığında gümüş  gibi parlamaktaydı. Yaşıtlarına göre dinç görünüyorsa da , her akşam içmekten dolayı giderek büyümüş ve gerilmiş kocaman bir göbeği vardı. Ağlarını toplayıp, burnunu limana yöneltmiş olan bir balıkçı teknesinin soluk sarı ışığının, yakamozun üzerinden nazlı nazlı geçişini  gözleriyle takip etti. Sanki o renk cümbüşünün gizeminde bir şeyler aramaktaymışçasına bir süre daha sessizliğini korudu.Sonra, kararlı ve gür bir sesle konuşmasına devam etti:
 
- Hadi bakalım… Hayata!

30 Ekim 2008 Perşembe

ZİYARET

sun_touched___by_m0thyyku- Offf! Çok canım sıkılıyor Hasan!

- Benim de valla  hanım; hiç sorma!

- Her gün aynı, her gün aynı…

- Eeee n’aaparsın; şartlarımız böyle. Gelene gidene bakıp günü geçiriyoruz işte . Bunu kabul etmemiz gerekiyor.

- Kabul ediyorum etmesine de…

- Yahu asma şu suratını yine. Bak; ne kadar güzel bir sabah!

- Evet… Çok güzel bir sabah.

31 Temmuz 2008 Perşembe

PLAJ DEDİKODULARI

island_in_the_sun_by_indie_cisiveOrta yaşın sonlarında iki kadın, güneşlenmekten  “kızarmış tavuk” kıvamına gelmiş tenlerine pırıl pırıl parlamalarını sağlayacak havuç yağlarını sürmüş, şezlonglarda sere serpe uzanmaktadırlar. Dudaklarına sürülmüş nar çiçeği rengi rujları, boyunlarındaki süslü kolyeleri, pullu bikinileri ve topuklu terlikleriyle sanki “Düğüne gitmeden önce bir de plaja uğrayıverelim” durumundadırlar.

Kadınlardan  şişmanca olanı Handan, bir yandan elindeki yelpazeyi telaşlı bir şekilde sallayarak serinlemeye çalışırken, bir yandan da yıllardır sigara içen kadınlara has prostatik ses tonuyla konuşmaya başlar:

13 Temmuz 2008 Pazar

CENAZE EVİ

_funeral_march__by_rache_engel3 katlı soluk sarı apartmanın ilk katındaki dairenin kapısı ardına kadar açıktı. Kapının eşiğindeki onlarca çift ayakkabının yanında kendilerininkileri de bırakarak içeri girdi. Huzursuzca etrafına bakındı. Oldum olası sevmezdi zaten böyle ortamlarda bulunmayı. Mutfak dahil her odada bir takım insanlar, nemli gözlerle konuşmaktaydılar. Sessiz ve tedirgin bir kalabalıktı… Dar ve karanlık koridorun sonundaki odalardan birisinden ise ağlama sesleri diğer odalara dağılıyordu.

15 Ocak 2008 Salı

KUMSALDA-2

90106Rüzgarın öfkesi dinmeye başlamıştı nihayet. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Az önce izlediği martıyı aradı gözleri umutsuzca. Yoktu… Gitmişti… Tıpkı, az önce yanında seslerini duyup rahatsız olduğu aile ve koyun diğer ucundaki gençler gibi… Tıpkı, “O” nun gibi… Gitmişti! Bir rüzgar çıkmış ve her şeyi alt üst etmişti. “Aynı benim hayatım gibi” diye mırıldandı belli belirsiz titrek sesiyle. Yanaklarındaki kurumaya yüz tutmuş gözyaşlarını, elinin tersiyle sildi. Yavaşça ayağa kalktı. Elbisesinin kıvrımları arasına saklanmış kum tanecikleri , bir yağmur gibi kumsala döküldü. Sanki derin bir uykudaymışçasına , denizle kumsalın tam da öpüştüğü sınırda yürümeye başladı. Ara sıra büyükçe bir dalga , ayak bileklerine çarpıyor, oradan da elbisesinin etek uçlarını ıslatıyordu.

14 Ocak 2008 Pazartesi

KUMSALDA-1

86127Eylül güneşi, sonbaharın o dingin havasına kendini kaptırmış, mavinin türlü tonlarıyla bezenmiş denizin üzerinde pırıl pırıl parlıyordu. Hemen solunda, denize giren iki çocuklu bir aile ve kendisi dışında bembeyaz kumsal oldukça sakindi. Bir de ta uzakta, koyun diğer ucunda -seçebildiği kadarıyla- kızlı erkekli bir grup genç denize giriyorlardı. Turizmden nasibini almayan ender yerlerden birisi olarak, hala bakir kalabilmiş bu deniz kenarındaki kasabaya henüz dün gelmiş olmasına karşın, sanki günlerdir oradaymış gibi hissediyordu kendisini. “Ne fark eder ki?” diye düşünerek acı acı gülümsedi kendi kendine.

27 Aralık 2007 Perşembe

KUŞ

82833Orta yaşların sonlarına yaklaşmakta olan kadın, elindeki tığ işinden başını kaldırıp, yakın gözlüklerinin üzerinden nemli gözlerle balkona doğru baktı. Çok da büyük olmayan ama büyük bir çam ağacına yüzünü dönmüş balkondaki divanda, bacaklarını altına toplamış ve bütün dikkatini elindeki kitaba vermiş olan kızını izlemeye başladı kaçamak bakışlarla. Daha okumayı bile bilmediği günlerden beri kitaplara hayrandı kızı. Yatmadan önce kızının defalarca aynı kitabı kendisinden okumasını istediğini ve bunun onu nasıl da bunalttığını anımsayarak gülümsedi kendi kendine. Gözlerinden süzülen iki damla yaş, gözlük camlarını ıslatarak kucağına düştü. Fark edilmesinden korkarak, telaşla, elinin tersiyle kurulayıverdi gözlerini. Yanındaki koltukta oturmuş, dalgın dalgın gazete okuyan kocasının sesiyle irkildi bir anda…

16 Ekim 2007 Salı

İTİRAF EDİYORUM

69848Ben bir hırsızım sayın hakim… Evet, çaldım! Ama sorun bakalım niye çaldım? Aslında hiç planlamamıştım da! Nasıl olduğunu bile anlayamadan oldu bitti işte… Eskiden duyardım bu tür hırsızlıkları, “Nasıl yapıyorlar ?” diye hayrete düşerdim hep; hatta içten içe de biraz kıskanırdım doğru söylemek gerekirse. Gün oldu, devran döndü ve yaşadıklarım beni de bu noktaya getirdi. Nasıl mı oldu? Tabii, en başından anlatayım en iyisi…

Sıradan bir hafta sonu akşam üstüydü. Hava kararmak üzereydi. Pek de keyifli olduğumu söyleyemeyeceğim. İstediğim hiçbir şey yolunda gitmiyordu; elimi neye atsam kuruyordu adeta… Canım çok sıkkındı anlayacağınız. Affedersiniz hakim hanım, ne dediğinizi duyamadım? Haaa elbette ki sağlığım yerinde çok şükür, ama bu gidişle onu da kaybetmekten korkuyorum haliyle.

9 Ekim 2007 Salı

ÇERÇEVE

68652Anadolu’nun herhangi bir kentinde herhangi bir ev… Sıradan… Hepimizin evleri gibi, orta halli… Temiz ve düzenli bir ev; aydınlık. Orta yaşlı hafif topluca bir kadın bir yandan üstü başı un içinde baklava açıyor, bir yandan da sessiz sessiz burnunu çekiyor. Kocası ise yakın gözlükleri burnunun üzerine düşmüş, gazete okuyor.

- Hanım? Ne o; ağlıyor musun sen?

- Benim açtığım baklavayı çok sever Mehmet’im. “Anacığım senin baklavan kimseninkilere benzemez” der ya …Doğduğundan beri ilk defa bu bayram ayrı düştük. Bayramda gelene gidene de ikram lazım. Yapıyorum ama boğazımdan da geçmeyecek onsuz.

3 Ekim 2007 Çarşamba

İÇ İÇE

67509“ Çok klasik bir çöp çatanlık çabasıyla başlamıştı aslında her şey. Her ikisini de tanıyan ortak bir arkadaşları aracı olmuştu o gece bir araya gelmelerine. Tuhaf bir şeyler döndüğünü sezmesine karşın pek de oralı değilmiş gibi görünmüştü o an için. Çünkü telefon açıp, işi olduğunu ve davet edildiği doğum günü partisine katılamayacağını bildirdiği halde, ısrarla ne yapıp edip gelmesi gerektiği söylenmişti defalarca. Normalde pek de içli dışlı bir arkadaşlıkları yoktu oysa ki. Üşengeç bir halde hazırlanmaya başlayıp, neler olduğunu anlamaya karar verdi. İsteksizce traş olduğu aynanın önünde kendisiyle göz göze geldi. Kendine biraz çeki düzen verdiğinde oldukça cazip sayılabilecek bir adamdı. Her zaman kullandığı traş losyonunun yüzünü yakarak yaydığı kokuyu içine çekti. Soluk mavi bir kot pantolon ve ince siyah keten bir gömlekte karar kıldı. Çok da hevesli görünmek istemiyordu ne de olsa. Çıkmadan son bir kez daha aynaya baktı. Alnına düşen siyah perçemini alışkın bir hareketle her zaman durduğu yere doğru taradı. Artık gitmeye hazırdı. “

26 Ağustos 2007 Pazar

BİR MAHKUMUN GÜNLÜĞÜ

5982412 Ocak 2007

Neredeyim ben? Burası da neresi? Her taraf kapkaranlık! Bir şey göremiyorum ki… Ne işim var burada benim? Peki, ne kadar zamandır buradayım? Hiç bir şey bilmiyorum. Korkmalıyım belki, ama öyle de hissetmiyorum. Heyyy! Orada kimse yok mu? Yanıt veren yok… Nasıl geldim ben buraya? Uzaklardan garip bir ses duyuyorum. Çok tek düze… Tuhaf! Sadece çok uykum var. Uyumak istiyorum. Evet evet, uyumalıyım… Nerede olduğumu daha sonra keşfederim!

6 Mart 2007

Hücreme yavaş yavaş alışmaya başladım. Her zaman duyduğum o gizemli sese de. Nereden geldiğini bilemiyorum hala. Olsun; duymak beni rahatlatıyor. Bütün günü yatarak geçiriyorum neredeyse. Ama canım çok sıkılıyor tek başıma. Ara sıra dışarıdan sesler duyuyorum belirli belirsiz. Dışarıda birilerinin olduğu kesin! Peki kim bunlar? Bana neden görünmek istemiyorlar? İyi insanlar olduklarını düşünüyorum; çünkü bana iyi bakıyorlar. Üşümüyorum, terlemiyorum da… Yemekle de ilgili hiçbir problemim yok. Aslına bakarsanız, şu karanlık da olmasa hiç de fena değil doğrusu! İyi ama beni zorla neden burada tutuyorlar?

26 Temmuz 2007 Perşembe

ANAHTAR

54082Gözlerini avucunun içindeki anahtara dikmiş öylece oturuyordu. Dalgın hareketlerle anahtarın parlak yüzeyine, girinti çıkıntılarına parmaklarıyla dokunuyordu. Pencereden süzülen gün ışığının metaldeki yansıması ara sıra gözünü kamaştırıyordu. Hafif kaykılarak oturduğu koltuğunda öne doğru bir hamle yaptı. Dirsekleri dizlerinin üzerinde, anahtar ise birleştirdiği avuçlarının içerisindeydi şimdi. Tam 3 yıldır birlikteydiler. Hatta 10 gün önce yıldönümlerini, deniz kenarındaki minik bir otelin bahçesinde kutlamışlardı. Rengarenk kağıt fenerlerin altında ve ay ışığında ne kadar güzel göründüğünü söylemişti Kaan ona. Bütün gece sohbet etmişlerdi ama gene de yapay bir mutluluk vardı ortamda sanki. Artık uzun süredir kavga da etmiyorlardı zaten.

İkisi de çok yoğun çalışıyorlardı ve bu hafta sonu kaçamağını ayarlamakta hayli zorlanmışlardı. Sessiz bir anlaşmaydı yaptıkları aslında. Son bir deneme…

19 Temmuz 2007 Perşembe

RAKI ŞİŞESİNDE BALIK

53019Şiddetli bir baş ağrısıyla gözlerini açtı. Yatakta sırtüstü yatıyordu. Sağ kolu uzun süre aynı pozisyonda durduğu için uyuşmuştu. Kolunun kendine ait olmadığını hissetti bir an için. Yüzünü buruşturarak parmaklarını açıp kapatmaya çalıştı. Canı yanıyordu. Yatakta öylece yatarken gözleriyle odanın içinde gezindi. Bordo perdeler sımsıkı kapalı olduğu için zamanı tam olarak kestiremedi. Sadece cılız bir aydınlanma vardı perdenin arkasındaki dünyada. "Gün doğmuş". Sesi de kendine yabancı geldi, kolu gibi. "5 saatte 1 paket sigara içersen olacağı bu tabii!"... Başucundaki çalar saatin tik-tak larını dinledi. "Saat henüz çalmadığına göre demek ki 7:30 olmamış". Şakakları çatlayacak gibiydi. İki elinin avuç içlerini şakaklarına koyarak bastırdı sıkıca.Gözlerini kapattı. "Şöyle, çekiçle kırsalar şu şakaklarımı nasıl rahatlayacağım!"

20 Haziran 2007 Çarşamba

NEREDEYİM?

47609Bilmediğim bir kentin ıssız bir sokağındayım. Saat gece yarısını geçeli çok olmuş sanırım; ortalık o kadar sessiz ki! Sadece nefesimin sesini duyabiliyorum. Ne bir köpek havlaması, ne de bir korna … Buraya nasıl geldiğimi bile bilmiyorum. Sanki şu andan öncesini hiç yaşamamışım ya da tümüyle hafızamdan silinmiş gibi… Ne yapacağımı bilemez bir şekilde çevreme ürkekçe göz gezdiriyorum. Arnavut kaldırımı taşlarla döşenmiş minik bir sokaktayım.

Sanırım biraz önce yağmur yağmış. Taşların üzerinde , sokağın sonunda bulunan sokak lambasının cılız ışığının yansımalarını görebiliyorum. Elimle saçlarıma dokunuyorum; ıslaklar… Üzerimdeki giysiler de öyle… Şaşırıyorum. Yağmurun altında, nerede olduğunu bile bilmediğim bu sokakta ne işim var benim?

18 Şubat 2007 Pazar

MAVİ ŞEMSİYE

umbrella_by_pauajusaSabahtan beri yağmur hiç dinmek bilmemişti. Henüz öğle saatleri olmasına karşın gökyüzü kasvetli bir kurşunilikteydi. Biraz öncesine kadar durgun bir göl gibi olan soluk mavi deniz, giderek huzursuzlanmaya ve kararmaya başlamıştı. Telaşlı bir şekilde balık yakalamaya çalışan iki karabataktan başka hiçbir canlı yoktu çevrede. Sanki , deniz kenarındaki bu minik orman , başka bir dünyaya aitti. Ne bir insan, ne telefon, ne de bir gürültü. Sadece yağmurun ve dalgaların sesi…

Bir kadın ve bir adam… Camları buğulanmış bir arabanın içinde oturmaktaydı. Kaportaya düşen damlaların tıkırtısı giderek şiddetini arttırıyordu. Yarı açık camlardan dışarı Sezen Aksu’nun “Eskidendi, Çok Eskiden”in melodisi ağır ağır gökyüzüne doğru yayılıyordu. Ön camdan seyrettikleri deniz, yağmur damlaları camdan süzülürken giderek bulanıklaşıyordu, ta ki silecekler damlaları camın üzerinden sıyırıncaya kadar.