3 Ekim 2007 Çarşamba

İÇ İÇE

67509“ Çok klasik bir çöp çatanlık çabasıyla başlamıştı aslında her şey. Her ikisini de tanıyan ortak bir arkadaşları aracı olmuştu o gece bir araya gelmelerine. Tuhaf bir şeyler döndüğünü sezmesine karşın pek de oralı değilmiş gibi görünmüştü o an için. Çünkü telefon açıp, işi olduğunu ve davet edildiği doğum günü partisine katılamayacağını bildirdiği halde, ısrarla ne yapıp edip gelmesi gerektiği söylenmişti defalarca. Normalde pek de içli dışlı bir arkadaşlıkları yoktu oysa ki. Üşengeç bir halde hazırlanmaya başlayıp, neler olduğunu anlamaya karar verdi. İsteksizce traş olduğu aynanın önünde kendisiyle göz göze geldi. Kendine biraz çeki düzen verdiğinde oldukça cazip sayılabilecek bir adamdı. Her zaman kullandığı traş losyonunun yüzünü yakarak yaydığı kokuyu içine çekti. Soluk mavi bir kot pantolon ve ince siyah keten bir gömlekte karar kıldı. Çok da hevesli görünmek istemiyordu ne de olsa. Çıkmadan son bir kez daha aynaya baktı. Alnına düşen siyah perçemini alışkın bir hareketle her zaman durduğu yere doğru taradı. Artık gitmeye hazırdı. “

Klavyede hızla dolaşan parmakları bir anda duruverdi. Parmaklarını birbirinin içine geçirerek , hızlıca gerdi. Çıkan çıtırtı seslerinden sonra daha rahatlamış bir durumda, çalışma masasının üzerinde duran bitmek üzere olan paketinden bir tane sigara yaktı. Eylül’ün başı olmasına rağmen hava çok sıcaktı. Tavandaki pervanenin rüzgarı bile alnında minik ter damlalarının birikmesine engel olamıyordu. Üzerindeki atletin sırtı ve kol altları sırılsıklamdı. Oturduğu ofis sandalyesinde iki yana doğru dalgın dalgın dönüyor, bir yandan da sigarasından yükselen dumanın, pervanenin rüzgarıyla bir anda dağılıp yok oluşunu izliyordu. Birden çalan telefonun sesiyle irkildi. “N’aber anne?” Sanki annesinin aramasından sıkılmış gibiydi. “Hayır hayır iyiyim, bir şeyim yok” . Sonra ses tonu biraz daha sertleşti. “Anne , iyiyim dedim ya!...Canım sıkkın falan değil” . Birden yüz hatları gerildi.” Bilmiyorum nasıl olduğunu; ona sor. Biz artık görüşmüyoruz!”. Sinirli bir şekilde elindeki sigarayı, artık izmaritlerin dışarı taştığı küllükte bir yer bulup sert bir hareketle söndürdü. “Anne bak, bir öykü yazıyorum. Kapatmam lazım. Babama da selam söyle!”. Arkasına yaslanarak derin bir nefes aldı. Parmakları tekrar klavyenin tuşlarıyla buluştu…

“ Şehrin lüks sayılabilecek semtlerinden birisinde bulunan evin önündeydi şimdi. Kapının önündeki arabalardan, içerisinin tahmin ettiğinden daha kalabalık olduğunu düşündü. Bahçe içindeki iki katlı evin açık pencerelerinden sokağa süzülen kahkaha seslerine ve müziğin ritmine bakılacak olursa da, oldukça eğleniyor gibiydiler. Kapıyı tanımadığı iri yarı bir adam açtı. Yüksek volümlü müzik yüzünden söylenilenleri anlamasa da içeri buyurmasını belirten hareketle eve girdi. Giriş, mutfak ve salona dağılmış bir sürü insan vardı. Ellerinde içki kadehleri, gruplar halinde sohbet ediyorlardı. “



İçkiden bahsedince canı buz gibi bir bira istemişti. Açık mutfaklı salonun köşesinde duran buzdolabından aldığı birayı daha yerine oturmadan açtı ve koca bir yudum aldı. Sonra bezgin bir şekilde tekrar sandalyesine çöktü. Sokaktan odaya yayılan müzik sesini duyduğunda yakınlarda birilerinin parti verdiğini düşündü. “Bu insanların kimseye saygısı yok!” diye kendi kendine homurdandı. Yazmaya konsantre olmalıydı ama onu düşünmekten de kendini alamıyordu. Kaç gün olmuştu ayrılalı sahi? Hatırlayamıyormuş gibi kendi kendine sormasına rağmen tam 17 gün olmuştu. “Şimdi ne yapıyor acaba? Üzgün mü?” Diye düşündü… Onun, hayatına yeni bir yön vermeye çalıştığını düşünmek bile istemiyordu. Bu düşünce, karnında tuhaf bir kasılma yaratıyordu çünkü. “Yazmalıyım” diye mırıldandı…

“Yarı loş salona girdiğinde arkadaşını aradı gözleri. İşte, köşedeki krem rengi kanepede oturmuş heyecanla yanındakilere bir şeyler anlatıyordu. Her zamanki gibi abartılı el kol hareketlerini yapmaktan da geri kalmıyordu. Geldiğini fark edince lafını yarıda keserek, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle ona doğru yaklaştı. İri kollarıyla sıkıca sarılıp sırtını yumruklayarak “Nasılsın dostum?” dedi kalın sesiyle. Biraz ayaküstü sohbetten sonra muzip bir gülümsemeyle göz kırparak “Gel bak, seni bir arkadaşımla tanıştıracağım” dedi. İnsan kalabalığını yararak salonun diğer köşesine ilerlediler. Sohbet eden iki genç kadından birisinin omzuna elini atarak “Bak Pelin’ciğim, sana bahsettiğim arkadaşım Eren, Eren bu güzel hanım da Pelin” Sonra da yanındaki kadınla tanıştırıldı ama adının ne olduğunu dinlememişti bile. Tekrar Pelin’in yeşile çalan iri ela gözlerine bakmak için yüzünü çevirdi.”



Sıcaktan iyice bunalmıştı. Duş almaya karar verdi. Aylardır tamir etmeyi ertelediği musluktan damlayan su yüzünden sararmaya yüz tutmuş küvetin içine girdi. Duştan akan basınçlı suyun altında uzun uzun durdu. Sıcak havada sıcak duş almanın, çıktığında daha ferahlık verdiğini söylemişti bir arkadaşı. “Bakalım işe yarayacak mı?” diye düşündü. Sıcak su onu bunaltmasına rağmen inatla devam etti. Çıktığında buğulanmış aynayı avucunun yanıyla silerek yüzüne baktı. Kaç gündür kesmediği sakalı ve çukura kaçmış gözleriyle berbat görünüyordu. Beline doladığı havlusu ve omuzlarının üzerindeki su damlalarıyla salona geçtiğinde, pervanenin esintisiyle hafif ürperdiğini fark etti. “Vay be, gerçekten de işe yarıyormuş” diyerek gülümsedi. Açık olan pencerenin önüne giderek karşıdaki evi gözledi bir süre. Bahçede tam olarak yüzlerini seçemediği bir kadın ve bir adam sohbet ediyor gibi görünüyorlardı. Müziğin sesi iyice yükselmişti. “Onlar da gürültü yüzünden bahçeye kaçtılar herhalde” diye mırıldandı kendi kendine. Telefon açıp karakola şikayet etmeyi düşündü bir ara. Sonra bu fikrinden vazgeçerek tekrar bilgisayarın karşısına oturdu.

Pelin’i ilk gördüğü anda etkilenmişti ondan. Hatta uzun süredir hiçbir kadın ilgisini çekmediği için şaşkındı biraz da... Onun gülümseyerek konuşmasını, konuşurken dudaklarının aldığı şekli, gözlerini dikkatle izliyordu. Bir süre sonra giderek hızlanan müzikten birbirlerini doğru düzgün duyamaz hale geldiklerinde bahçeye çıkmayı teklif etti. İçeriyi serinleten klimadan sonra, dışarıya çıktıklarında yüzlerine çarpan nem ve sıcağa şaşırdı bir an için. Öyle ya, Eylül ayı için alışılmadık bir durumdu bu… Karşıda ışıkları yanan evlere baktı. Hatta bir an için 2. kattaki pencerelerden birinde bir adamın da onlara baktığını zannetti. Fakat o bunları düşündüğü sırada adam gözden kaybolmuştu bile... Sıkıntılı bir sessizlikten sonra dönüp uzun uzun Pelin’in yüzüne baktı. Pelin ise gözünü uzaklarda bir yıldıza dikmiş öylece duruyordu.”



Durdu… Derin bir nefes aldı… “Saçmalık bu!!!! Hem de düpedüz saçmalık! Romantik zırvalar!!!” diye bağırdı kendi kendine. “Amma da öykü yazarmışsın! Sen bir halt yazamazsın oğlum!!! Hatta sen hiçbir şey yapamazsın!” . Word programında, “Düzen” seçeneğini, ardından da “Tümünü seç” bölümünü tıkladı. Bir an için duraksadı. Burnundan soluyordu. Beklemekten iyice ılımış birasının sonunu bir dikişte bitirdi. Sonra sağ elinin işaret parmağı, “Delete” tuşuyla buluştu… Artık bütün yazdıkları silinmişti. Bir süre yazmaya ara vermenin iyi olacağını biliyordu. İyi bir uyku çekmeye ihtiyacı vardı, hatta belki bir kaç günlük bir tatile... Birden, Ağustos böceklerinin sesini duyduğunu fark etti. Saatlerdir onu rahatsız eden müzik sesi kesilivermişti. “Nihayet parti bitti galiba” diye düşündü pencereye doğru giderken. Yolun karşısındaki bahçe içindeki iki katlı evde derin bir sessizlik vardı. Ne sokakta bir araba, ne de pencerelerde tek bir ışık görünmüyordu. “Daha 10 dakika önce baktım yaaa. Nereye gitti millet bu kadar çabuk ?” . Şaşkın şaşkın çenesini kaşıyarak yatağına doğru yürürken hala kendi kendine söyleniyordu: “ Daha az önce görmüştüm, oradaydılar!”…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder