AKLIMA DÜŞENLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AKLIMA DÜŞENLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2010 Salı

TREN

a_story_to_pass_by_by_yamichi Trene binmeden önce son bir kez omzunun üzerinden arkasına baktı. Karısı, kızı, oğlu ve tüm sevdikleri yaşlı gözlerle el sallıyorlardı. O da elini kaldırıp onlarla vedalaştı. Hüzünlü bir gülümseme yerleşmişti dudaklarına. Trenin artık kalkmak üzere olduğunu bildiğinden ağır adımlarla basamaklardan çıktı. Kompartımana girdiğinde bütün gözler üzerine çevrilmişti. Koltukların arasındaki koridorda, oturanları başıyla selamlayarak yürümeye başladı. Boş bulduğu ilk koltuğa ilişti. Yanında 45-50 yaşlarında esmer bir adam oturuyordu.


 


Kendisine meraklı gözlerle bakan yabancıya nazik bir ses tonuyla sordu: “Koltuğun sahibi yoktur umarım?”. Adam aceleyle yanıtladı: “Hayır hayır… Oturabilirsiniz… “. Sonra da yüzünü pencereye çevirerek dışarıdaki kalabalığı işaret etti: “Bakın! Sizinkiler el sallıyorlar!”. Üzgün gözlerle onlara baktı :”Evet… Beni uğurlamaya geldiler”. Bir sessizlik oldu. Yanında oturan adam eski olmanın tecrübesiyle ona destek olmaya çalışıyordu: “Çok zor olduğunu biliyorum. Ama yapacak başka bir şey yok ne yazık ki…”


 


7 Ağustos 2010 Cumartesi

ELDİVEN

images


Bazen bir söz, bir şarkı ya da bir nesne  bize bir anda bir anıyı hatırlatır ya… Bugünün “son anı hatırlatıcısı” bir muayene eldiveniydi. Hastamın muayenesi için eldiveni taktığım sırada aklıma geliverdi aniden. Anlatayım o zaman… Ne duruyorum ki?


 


Fakültenin son yılında Kadın Hastalıkları  ve Doğum stajındaydım. O zamanki hocalarımızdan bir tanesi koridorda aylak aylak gezmekte olduğum sırada kolumdan tuttuğu gibi beni muayene odasına sürükledi. Odada  jinekolojik masada yatmakta olan bir hasta ve önlüğünün düğmeleri saygı  (!) belirtmek telaşıyla neredeyse boynuna kadar iliklenmiş bir asistan bizi bekliyordu. Şaşkın bir ördek edasıyla asistanın yanına gittim. Öyle ya , benden ne beklenildiğini kestiremiyordum. Sadece gözlemci miydim; yoksa neydim?


 


Asistan, elinde hazırlamış olduğu eldiveni bana doğru uzattı. Rahatlıkla takabilmem için de eldivenin bilek kısmını açarak tutuyordu. Minnet dolu gözlerle ona baktım. Hem bana ciddi bir ipucu veriyordu ( Demek ki sadece gözlemeyecektim) , hem de eldiveni kolayca giymememe yardım etmeye çalışıyordu. Ne iyi bir insandı! Gülümseyerek sağ elimi eldivenin içine daldırdım. Bir iş başarmış olmanın haklı gururuyla tekrar yüzüne baktığımda az önceki asistan gitmiş yerine korku filminden fırlamış gibi görünen bir kadın gelmişti.


 


11 Temmuz 2010 Pazar

YAŞASIN FUTBOOOLLL!

futbol


Futboldan hiç hazzetmem. Koca koca adamların bir topun peşinde koşturması, yine onları izleyenlerin heyecandan hop oturup hop kalkıyor olması bana çok tuhaf geliyor. Dünya kupasının finalini izlemeye heveslenmişken bile bir yandan yazıyor olabilmemi başka ne şekilde açıklayabilirim ki? Hatta bu hevesim bana hatırlatıldığında “pozisyon olduğu zaman” izlemenin bana yeterli gelmesi de bu yüzden.


 


Koyu bir Galatasaray taraftarı olan annem, önemli ( gerçi onun için takımının en uyduruk takımla oynadığı maç bile önemlidir) bir  maç öncesinde söyledikleri aklıma geldi birden. Tansiyonu yükseldiği için kızarmış yanakları ve boş bakan gözleriyle “Ne kadar şanslısın!” demişti bana… “Tuttuğun hiçbir takım yok. Fanatizm çok zor!”. Mutlaka zor bir şey olmalıydı. Yoksa bu kadar insan neden “Turne” diyeceğim ama turne değildi … Neydi onun adı? Hahhh tamam “Deplasman!”. Takımlarının peşinden deplasmana gidenler, o pozisyonda kendileri olsa neler yapabilecekleriyle ilgili atıp tutanlar, hatta teknik direktörlüğe soyunanlar, hakeme küfredenler, kavga eden, ağlayan, sarhoş olanlar…


 


1 Temmuz 2010 Perşembe

GEÇMİŞTEN GELEN DOLAP

dolap_by_saksaganGri boyaları yer yer dökülmüş eski bir dolabım vardı çalıştığım işyerinde. Kapısına taktığım asma kilidin anahtarını yıllar önce kaybettiğim için onunla olan ilişkimi tamamen kesmiştim. Koridorun sonundaki pencerenin önünde diğer dolaplarla beraber dururken , yanından geçer, dönüp bakmazdım bile. Ve gün geldi  o dolapların artık emekliye ayrılması ve devletin eski eşya mezarlığına gönderilmesi gerekti. Demir kesme makasıyla, artık paslanmış olan asma kilit açıldı. Şimdi sıra içindekileri boşaltmaya gelmişti.


 


Tuhaf bir merak ve heyecanla açtım eski dolabımın kapağını. Aslında “Dolabım” demek bile garip geliyordu çünkü varlığını bile unutmuştum. Tıpkı yıllar önce içine koyduğum eşyaları unuttuğum gibi…  Herhalde benim için çok da önemli değildi içindekiler; aksi halde yokluklarını mutlaka hissetmez miydim? Kapak gıcırdayarak açıldığında ilk fark ettiğim burnumu gıdıklayan toz kokusu oldu. Sanki yılların terkedilmişliği, aniden açılan kapıdan dışarıya fışkırıvermişti.


 


12 Nisan 2010 Pazartesi

HIRSIZ VAR!

imagesSıradan bir Pazartesi sabahıydı. Hafta sonunun rehavetini üzerimden atabilmek için çayımı yudumlarken, kapı açıldı. İş arkadaşım Y., arkasında bir rüzgar yaratarak içeri girdi. Yüzü asıktı; belli ki canını sıkan bir şeyler olmuştu. “Çalmışlar” dedi kırık dökük bir sesle… “Bir çok yazımı çalmışlar!”. Hem üzgündü, hem de çok kızgın. Yıllardır emek vererek, yaşayarak hatta ağlayarak yazdıkları, hoyrat ellerce çalınmıştı…


 


Sakince oturup anlatmasını istedim. Bir  paylaşım sitesinde  -haydi adını da söyleyeyim Facebook’ta-  bir arkadaşının sayfasında, kendi yazdığı bir yazının satırlarını “anonim” adı altında gördüğünden bahsederek devam etti: “Meğerse bu yazım anonim olarak bir çok sitede yayınlanıyormuş. Ne “alıntıdır” diye not düşülmüş, ne de ismim!” Sonra olayın boyutlarını anlayabilmek için bazı yazılarını arama motorunda taradığında ise dehşete düşmüş. Çünkü bazı yazıları, yüze yakın farklı sitede  izinsiz ve isimsiz bir şekilde yayındaymış.


 


“Hırsızlık bu ama!” dedi isyanla. “Elbette” dedim. “Hırsızlık; emek hırsızlığı. ” Sonra,  benim yazılarımı başka sitelerde isimsiz olarak nasıl yakaladığımı anlattım ona. İdeal bir alıntının nasıl yapılacağına dair de iyi bir örnek verdim. Yazımı alıntı olarak kullanan bir kişi, hem adımı hem de web sitemin adresini not düşmüştü. Tabii bu tip örneklere çok sık rastlanmıyor ne yazık ki... Aile fotoğraflarını da eklediği bir yazısının ,  PPS dosyası haline dönüştürülerek mail zinciri ile dönüp dolaşıp kendisine ulaşan bir başka arkadaşımdan bahsettim sonra ve daha nicesinden... Üzgündü, öfkeliydi ve de çok haklıydı. Nasıl olmasın ki? Duyguları, yaşadıkları, anıları hiç umursanmadan sahiplenilmişti sinsice.


 


Gün içinde tespit ettiği sitelerden bazılarının yöneticileriyle bağlantı kurarak durumun düzeltilmesini sağlamaya çalıştı. Ancak o kadar çok site ve onlarca yazı karşısında  iğneyle kuyu kazmaktan farksızdı çabası. Emek vererek ortaya çıkardığımız ürünlerin korunmasıyla ilgili yasal düzenlemeler gün geçtikçe kapsamını genişletiyor. Bizlere düşen de bu konuyla ilgili gelişmeleri izleyerek, yazılarımıza ve diğer ürettiklerimize sahip çıkabilmek olmalıdır. Eğer herkes yasal yollardan haklarını aramaya başlarsa  hırsızlık yapanların böyle bir adım atmadan önce bir daha düşünmesini sağlayabileceğimizi ümit ediyorum.


 


 


 


 


 


 


 


Fotoğraf: http://gazete.mynet.com


 

25 Mart 2010 Perşembe

BİR YANIMIZ BAHAR BAHÇE*

kopyasi-p10709331Neredeyse bir yıl önce bir yazımda “Bir Avuç Toprak” ile mutlu olmaya çalıştığımdan bahsetmiştim. Ve  şu cümlelerle bitirmiştim: “Ama bak göreceksin; en kısa zamanda şehre yakın da olsa bir köye atacağım bir ayağımı. O ayağım her zaman toprağın sıcağında olacak. Ve o toprak asla bir avuç olmayacak!” Şimdi tam da istediğimiz gibi şehre yakın bir köyde,  kaç avuç olduğunu tahmin bile edemediğim toprağımıza, doğanın can vermesini büyük bir keyifle izliyorum …


 


Geçen sene hiç dikkat etmediğim bir çok konu benim için artık çok önemli… Algıda seçicilik yüzünden olsa gerek, daha bir ilgiliyim ağaçlarla. Kaç yıldır çalıştığım iş yerinin bahçesindeki ağaçların dikiliş yakınlığını beğenmiyorum örneğin… Dutu nasıl budadıklarına dikkat ediyorum. Arkadaşlarım yeni tayin gelmiş gibi davrandığım, o ağaçların yıllardır bahçede olduklarıyla ilgili üstü kapalı dalga geçiyorlar benimle.  Haberlerde “Zirai don” tehlikesi uyarılarına kulak kabartıyor ve endişeleniyorum.


 


kopyasi-p1070904İnternetten gereksinimim olan bilgileri araştırıyorum sürekli. Hangi ağaç  ne zaman dikilir? Güneşi mi sever; gölgeyi mi? Hangi ayda çiçek açar? Ne zaman meyveye döner? Zararlılarla nasıl savaşılır? Ağaçlar nasıl ve ne zaman budanır? Kompozit gübre nasıl hazırlanır? Tabii bunun yanı sıra bahçe düzenlemesiyle de ilgili bir çok siteyi ziyaret edip, fikir vermesi açısından fotoğraflarını arşivlemeye başladım. “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur” atasözünü doğrularcasına emek emek işliyoruz toprağımızı.


 


 


kopyasi-p10709083Aslında işimiz çok kolay ve korkmamıza hiç  gerek yok. Çünkü bahçemizin en yaşlı üyesi olan yüz yaşına yakın Çıtlık Ağacı hepsine babalık yapıyor.  Nasıl büyüyeceklerini, kendilerini nasıl koruyacaklarını öğretiyor bilgece. Ben de her hafta, heyecanla bütün bahçeyi dolaşıp tek tek bütün çiçekleri , fidanları ve ağaçları kontrol ediyorum. İlk tomurcuğunu veren armut fidanın karşısında durup ona ne kadar güzel göründüğünü söylüyorum. Minicik filizlenmiş yapraklarıyla kayısıya övgüler yağdırıyorum. Erguvanın ve leylakların sessizliği beni sabırsızlandırıyor. Oysa ben bir an önce mora pembeye dönsünler istiyorum. Ama doğa bana sabırlı olmam gerektiğini öğütlüyor; bekliyorum… Sardunyanın kırmızısı gözümü alıyor. Bu hafta sonu gittiğimde kırmızı yapraklı erik, pembe tomurcukları çiçeğe dönmüş gülümseyerek bizi bekliyor olacak;  biliyorum.


 


kopyasi-p1070911“Altın bir bilezik takmak lazım; strese iyi geliyormuş” demişti bir büyüğüm. Toprakla uğraşmak, doğayla iç içe olmak kadar ruha iyi gelecek bir şey olmadığını söylemiştim ben de ona… Hafta sonunu sabırsızlıkla bekleyip, iki gün boyunca ağır işçi gibi çalıştığımız halde haftaya eskisinden çok daha enerjik ve dingin başlayabilmek gerçekten de büyük bir keyif. Diliyorum ki ağzımızın tadı yerinde, daha çok uzun yıllar kendi meyvemizi, sebzemizi yer; mis gibi çiçek kokuları içerisinde bu yeni hayatımızın keyfini süreriz…


 


 


 


 


 


* Yazımın başlığı, Hasan Hüseyin Korkmazgil'in "Öyle Bir Yerdeyim Ki" isimli şiirinden alınmıştır.



 


Geçen sene yazdığım yazıyı merak edenlere: http://www.yesimozdemir.com/?p=1054


 

25 Şubat 2010 Perşembe

KO-MEDYA

med“Aaaa hiç haberim yoktu!” . Artık bu bahaneyi kullanabilme olasılığımız giderek azalıyor. Bilgi, kapıdan kovsan bacadan sızabiliyor.  “Medya” denilen dev yaratık, uzun kollarıyla her yana yayılıyor. Reklamlarda bile “Issız bir adaya düşecek olursak yanımıza alacağımız üç şey” geyiğinde cep telefonu da seçenekler arasında yer almaya başlandı. Eee cep telefonu olur da 3 G teknolojisiz olur mu? Hatta adadan Facebook ve Twitter arkadaşlarınızla rahatlıkla haberleşebilirsiniz. Durumunuzu “Ava çıktım dönücem” ya da “ Suuu! Biraz suuuu!” olarak  ayarlayabilirsiniz. Daldan dala atladığımı fark ettiğim şu saniyeden itibaren  başlangıç dalına geri dönüyorum.


 


Sevgili okuyan… Bu satırları yazmamın amacı,  aklıma takılan sorulara umutsuzca bir yanıt bulabilme arzusudur. Medyada artık neredeyse klasikleşmiş ve duyduğumuz ya da gördüğümüz bazı durumların dışına çıkarak irdeleyebilme isteğidir. Hatta belki  alternatif fikirler de geliştirebilirim; kim bilir? O zaman başlayalım…


 


CAN PAZARI


 


21 Nisan 2009 Salı

ORTAK YAPIM

kopyasi-sh136Karikatür çok farklı bir sanat dalı bence. İronik, saçma, politik, yani  aklınıza gelen her türlü şekliyle, zaman zaman içinde yaşanılan kültüre dönük, zaman zamansa evrensel öğelerle beslenebiliyor.  

14 Nisan 2009 Salı

ÖFKE

5“Hanımefendi daha ne kadar bekleyeceğiz?”. Bu sinirli cümleyi kimin kurduğunu görmek için bilgisayardan başımı kaldırıp sesin sahibine baktım. Kaşları çatılmış, burun delikleri genişlemiş ve dişleri birbirine kenetlenmiş bir adam kapının önünde duruyordu. “Hastanızın ismi neydi?”. Öfke dolu bir sesle önce hastasının adını söyledi, sonra da söylenmeye devam etti. Ekrandaki poliklinik listesinden kontrol ettim. Bu isimde bir hasta kayıtlı değildi. “Benim listemde görünmüyor. Diğer poliklinikte kayıtlı olabilirsiniz.” dedim.

Adam negatif bir enerji saçarak konuşmaya devam etti:”Ama danışmadan bizi bu polikliniğe yönlendirdiler!”. Bazen karışıklık olabileceğini, danışmaya gidip durumu netleştirebileceğini anlatmaya çalışırken sert bir hareketle sırtını dönüp uzaklaşmaya başlamıştı bile. Koridorda yankılanan sesini duymakta hiç güçlük çekmiyordum.

7 Nisan 2009 Salı

BİR AVUÇ TOPRAK

p10701811Çiçekli desenli şalvarı ve beyaz yemenisiyle tam bir köylü kadınıydı. Güçlü kolları ve kalın bilekleri vardı. Avuç içleri kabalaşmış; topukları susuz kalmış toprak gibi çatlamıştı. “Ne kadar şanslı olduğunun farkında mısın? “ dedim. Çapaladığı topraktan başını kaldırıp, öylece yüzüme baktı: “Niye ki?”. “Niyesi var mı? Bu bahçe senin değil mi?”. Hala anlamaz bakışlarıyla yüzümü süzüyordu: “Benim?”. “Yani şu elma ağacı, köşedeki kırmızı güller, şu tavuklar?”. Sanki ilk defa görüyormuş gibi, telaşla koşuşan tavuklarına baktı: “Onlar da benim”. “İşte bak! Bu yüzden sen çok şanslısın…”.

Söylediklerime çok şaşırmış gibi görünüyordu: “Nesi var ki bunların?”.  Acı acı gülümsedim: “Biliyor musun? Evimin balkonunda bir avuçluk toprağım var benim. O minicik saksılarda rengarenk çiçekler yetiştirmeye çalışıyorum. Her sabah, tomurcukların ne kadar büyüdüğünü izlemek için heyecanla balkona çıkıyorum. Onları sularken yapraklarını seviyorum bazen; solanlarını özenle ayıklıyorum. Sonra oturup dakikalarca onları izliyorum büyük bir keyifle…

3 Mart 2009 Salı

İZ

trail_in_the_sand_by_olaftheredUçsuz bucaksız bir kum çölünde yavaş yavaş ilerledi yolculuğun..
Ayaklarının sarı kumlar üzerinde bıraktığı iz, sadık bir köpek gibi peşindeydi.
Karşına büyük tepeler çıktı. Sen, inatla yürümeye devam ettin.
Bazen sıcaktan ayakların yandı; adımların hızlandı.
Bazen de tabanların su topladı ya da belki arsız bir diken batıverdi parmağının tam köküne.
Ara sıra bir vaha kenarında yorgun ayaklarının , durgun mavinin içinde kaybolmasına izin verdin.
Bu huzur hiç bitmesin istemiştin; hatırladın mı?.

24 Şubat 2009 Salı

PAROLE PAROLE...

field_of_numbers_by_mr_largoBu kadar da tembellik olmaz yani! Günlerdir tek bir satır bile yazamadım. Eş dosttan merak edip arayanlar bile oldu “İyi misin?” diye. En iyisi bir yazı yazayım da sayfamda yayına vereyim. Bir “Taşındım” dedim; sonra sitenin sağını solunu toparlama telaşına düştüm. Şimdi... Önce şu bilgisayarımı açayım da geçeyim başına…

Kontrol panelimin kullanıcı adı neydi yahu? Hah “Admin” … Eee şifre? Dur bakayım düşüneyim. Yok yok hayatta akla gelecek bir şey değildi. İçinde “*” vardı; bir de “!” galiba… Ahhh benim salak kafam! Serdar demişti bana “Masa üstünde görünürde bir yere yapıştır; sonra lazım olacak” diye. Neyse elektronik posta olarak vardı. Girip oradan alayım bari. Sonra da söz dinleyip masa üstüne yapıştırayım. İyi ki mail adresim ve onun şifresi otomatik olarak kayıtlı. Bir de onunla uğraşmak zorunda kalmayacağım.

3 Ocak 2009 Cumartesi

NE GÖRÜYORSUN?

files1Haberci! Kameranı odakladığın kadına baktığında ne görüyorsun?

Vizörden gördüğün kadın, az önce gencecik oğlunun ölüm haberini aldı; farkında mısın?

Peşine düş! Gözyaşlarını yakın plan çek!

Bak! Şurada da yere çökmüş, bitmiş bir baba var! Ona ne dersin?

Kardeşinin çizmelerine sarılmış ağlayan ablayı da sakın gözden kaçırma! Fona en acıklısından bir müzik eklendiğinde bu görüntülerle akşam ana haber bülteninde herkesi ağlatman garanti…

22 Aralık 2008 Pazartesi

SIRADAN BİR PAZAR SABAHI

smile_by_jordacheDün de herhangi bir Pazar sabahından farksızdı. Anneme sabah kahvaltısına davetliydim. Gökyüzünde yer yer bulutlar da olsa, aralarından gülümseyen güneşin sıcaklığı bile keyfimi yerine getirmeye yetmişti. Kırmızı ışıkta beklerken dikiz aynasından, hemen arkamdaki arabada hararetle tartışmakta olan bir adam ve kadın dikkatimi çekti. Arabanın ön camında bir tıp amblemi bulunmaktaydı. Her ne kadar artık her önüne gelen rahatlıkla bu amblemlerden edinebiliyor olsa da , adam ya da kadını tanıyıp tanımadığımı anlamak için ikisine de daha dikkatlice baktım; tanımıyordum.
Adam, gergin bir yüz ifadesiyle bir elini sallayarak hatta arada direksiyona vurarak bağırıyordu. Diğer eliyle direksiyonu sımsıkı kavramıştı. Kadın ise küçücük yüzünü iyice saklayan kocaman siyah camlı güneş gözlüklerinden takmış, pencereden dışarıya bakıyordu. İnce dudaklarını büzerek bir şeyler söylüyordu o da; ama adama göre daha sakin görünüyordu.

16 Aralık 2008 Salı

GÜZEL, NE GÜZEL OLMUŞSUN!

zurafa1Dün gece National  Geographic’in televizyon kanalında , uykusuzluğumu göz ardı edecek kadar ilginç bir belgesel film izledim. Dünya yüzeyindeki farklı kültürlere ait insanların gerek geleneklerini yaşatmak adına, gerekse kişisel tercihlerini kullanarak bedenlerinde yaptıkları değişiklikler konu ediliyordu.

İlk örnek “Uzun Boyunlu Kadınlar” ya da “Zürafa Kadınlar” olarak bilinen, Karen Kabilesi’nin kadınlarıydı. Burma sınırı yakınındaki Nai Soi köyünde yaşayan bu kadınlar, küçüklüklerinden itibaren boyunlarına taktıkları halkalarla, süregelen bir geleneği yaşatma çabasındalar. Yaşları ilerledikçe halkaların sayısı ve omuzlarına düşen yük miktarı artıyor. Halka takmayanlara ise hiç de iyi bir gözle bakılmıyor.

13 Kasım 2008 Perşembe

CEPHENİN İKİ YÜZÜ

front_by_semikz2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Japonya’da bir ada olan  İwo Jima’da geçen bir çarpışma. Cephede , ülkesini savunmak üzere adaya yerleştirilmiş Japon askerleri ve gemilerle adaya çıkartma yapmaya hazırlanan  Amerikalılar… Birbirlerinin düşmanı haline gelmiş –getirilmiş- iki ülkenin insanları, cephenin iki tarafında savaşmak üzere yerlerini alırlar…

Clint Eastwood’un yönetmenliğini yapmış olduğu “Atalarımızın Bayrakları” ve “İwo Jima’dan Mektuplar” , aynı savaşa iki farklı açıdan bakmayı amaçlamış ve bence üzerinde düşünülmesi gereken filmlerin başında geliyor. Düşman olarak kabul ettikleri, gözlerini kırpmadan öldürmeyi amaçladıkları insanların da, tıpkı kendileri gibi korkuları, özlemleri ve sevgileri olduğunun altı  dikkatle çizilmeye çalışılıyor.

2 Kasım 2008 Pazar

CEEEEEEE!!!!

the_mad_hatter__by_lucias_tearsSürprizleri sevmem. Daha doğrusu bazılarını severim ama genelde sevmem. Tabii ki bu durum bana sürpriz yapmayı planlayanlar açısından hiç de hoş bir durum olmasa gerek. Uzun emek harcanarak hazırlanmış bir sürpriz, düşünen açısından hoş olsa bile karşı taraf açısından çok da tepkiyle karşılanabilir en azından istenilen etkiyi sağlamaz. Elbette buradaki en önemli nokta, karşıdakini iyi tanımaktır.

Neden sürprizleri sevmediğimi düşündüğümde, aklıma ilk gelen,  kontrolü delicesine elimde tutma merakım oluyor. Kontrolü kaybettiğim her an, beni huzursuz ediyor. Bu huzursuzluk, çevreme huysuzluk olarak yansıyor. Yani iyi bir amaca hizmet etmesi düşünülen bir sürpriz, bir anda ortalığı birbirine katabiliyor.

22 Ekim 2008 Çarşamba

HESAP

numbers_by_catin1Bütün ömrümüz boyunca, çevremizdeki herkesle olan ilişkilerimiz alışveriş üzerine kuruludur.  Doğduğumuz anda annemizin memesine ilk sarılışımızdan, öleceğimiz  güne kadar hep bunun hesabını yaparız. Bu hesaplarla yaşamaya o kadar alışırız ki, başka türlü bir yaşam tarzı olabileceği aklımızın ucundan bile geçmez. Çünkü, verdiklerimizden çok aldıklarımızdır bizim için önemli olan. Bir yatırımcı gibi ne kadar az koyup, ne kadar çok alabiliyorsak, kendimizi  o kadar kazançlı hissederiz.

Hep haklıyızdır. Kendimizi çok önemseriz. Sorgulamayız kendimizi ya da yaşamı… Hiç düşünmeyiz; çünkü düşünmek sıkıntıya sokar bizleri. Yaşamda sadece biz ve bizim isteklerimiz vardır; gerisi umurumuzda değildir.

9 Ekim 2008 Perşembe

ÖLECEK MİYİM SAHİ?

old_folks_by_teacupieMadem ki yolun sonuna geldim ve öleceğim... Nasıl geçiririm son günlerimi? Bunu çok düşündüm. Belki de şu sıralar çok yoğun olup klavyenin başına oturamamış olmamın yanısıra, düşüncelere gömülmüş olduğum için de gecikti bu yazı. Aslına bakarsanız bu konuyu ne kadar düşünmeye çalışsam bir o kadar uzaklaştı benden. Çünkü ben sayılı günüm olduğunu düşünme fikrini bile çok ürkütücü buluyorum. İçimdeki yaşama sevinci o kadar yoğun ki; bir gün gelip öleceğim gerçeğini bilmeme karşın bu güne yönelik bir planlama yapamıyorum. Ne kadar uğraştıysam da olmuyor.

20 Eylül 2008 Cumartesi

BİR KÜÇÜCÜK OYUNCUK -2

old_couple_on_a_bench_by_derbyboySAHNE 5

DIŞ-GECE / BALIK LOKANTASI/ KADIN-ADAM

(DÖRT GÜN SONRA)

Lokantanın bahçesinde kadın ve adam, masada karşılıklı oturmuş, kadeh tokuşturmaktadırlar.

ADAM

Doğum günün kutlu olsun aşkım! Sağlıklı ve mutlu geçsin her günün!
Kadın, yüzünde utangaç bir ifadeyle adamın gözlerinin içine bakarak  gülümser.