6 Aralık 2007 Perşembe

DÖNÜŞ

79582Artık evimdeyim… Antalya’ya döndüğümde, bir dönüş yazısı yazmayı, daha 1 ay öncesinde tasarlamıştım aslında. İlk cümleme de “Nihayet!” diyerek başlayacağımı sanıyordum ama fena halde yanılmışım. Elbette bilinmeyenin endişesini taşıyordum o zamanlar. Nasıl bir yerde kalacağımı, neler yaşayacağımı, kimlerle tanışacağımı bilmiyordum. Sizler, “Ormana Günlüğü” olarak başlattığım bir dizi blogla yaşadıklarıma, çektiğim fotoğraflarla da gördüklerime ortak oldunuz. Bu dizi blogların birincisini, “Geçen sene , Antalya’nın diğer tarafındaki başka bir dağ köyüne gittiğimde güzel bir tesadüfle, Başak ve Cuma ile karşılaşmış ve bu sayede Milliyet Blog ile tanışmıştım. Bu geçici görevimden sonra, bakalım neler koyacağım bohçama? Bunu gerçekten çok merak ediyorum…” cümleleriyle bitirmiştim. Şimdi bohçamdakileri dökme zamanı…

 

Beni , fırtına ve yağmurlarla karşılayan Ormana, ayrılacağım gün ,sıcacık güneş ve tatlı bir esintiyle birlikte uğurladı. İçimde buruk bir sevinç vardı; hatta tam olarak sevinç gibi bile tanımlayamadığım tuhaf bir ruh halindeydim. Oysa ben, bir kuş heyecanıyla, uçarcasına döneceğimi düşünüyordum Antalya’ya. Öyle ya, 1 aydır evimden, alışık olduğum düzenimden ve tüm sevdiklerimden uzaktaydım. Ama şimdi, aklımın ve yüreğimin bir kısmını Ormana’da bırakmış, oradaki bazı anları da, bıraktıklarımdan boşalan yerlere koyup beraberimde getirmiştim. Kendimi farklı hissediyordum. Dingindim; hem de uzun zamandır olmadığım kadar dingin… Meğerse sadece kendimle olmaya ve zamanda bir noktada asılı kalmaya ne kadar da ihtiyacım varmış!

 

Aslına bakarsanız, hayatımda ilk defa bu kadar yalnız kaldığım bir dönem geçirdim. Zaman zaman yalnızlığı sevsem de, genelde hep birileriyle olmayı tercih ederdim daha önceleri. Bu yüzden de, her şeyden önce yalnız kalma fikri bile, beni başlarda çok ürkütüyordu. Sanki yanımda birileri olsa kendimi daha güçlü hissedecekmişim gibi geliyordu bana. Kötü bir havada, tek başına, çok da işlek olmayan bir dağ yolunda araba kullanmak düşüncesi bile canımı sıkıyordu. Bütün bu “kendime yetememek” duygumu ve ürkekliğimi kırmak adına da kendimle bir inatlaşmaya girdim ve öncelikle bu korkularımın üzerine gittim.Tek başına gidecektim ve bütün problemlerimi kendi kendime çözecektim. Günlerce süren sert iklim olayları, elektrik kesintileri, tek katlı ve pencereleri korkuluksuz bir binada geceleri tek başına kalmak… Korktuğum durumların bir çoğuyla yüzleşmem gerekti ve zaman geçtikçe bir de baktım ki, ben artık bunlardan korkmaz olmuşum.

 

Gece yatmadan önce başucuma bir mum ve çakmak koyarak, panik duygumu yok ettim. İhtiyacım olan her şey elimin altındaydı; öyleyse korkacak da bir şey yoktu artık. Başlarda bana tuhaf gelen o yoğun sessizliği perdelemek için, yüksek sesle müzik dinlemek yerine, sessizliğin keyfini sürmeyi öğrendim; yağmur damlalarının sesini dinledim. Bütün ışıkları yakarak oturmak yerine, karanlıkta perdeleri açıp, ay ışığının altında parlayan o heybetli dağı seyrettim hayranlıkla. Sobamı bir türlü yakmayı beceremezken, üzerinde kestane pişirip, çay demler oldum. Geceleri, tavanda alevlerin yansımasını seyredip, odun çıtırtılarıyla uykuya daldım. Sabah genellikle sürünerek uyanan ben, erkenden, son derece dinç ve mutlu uyandım her güne…

 

Her anlamda kendime yetebildiğimi görmek, gün geçtikçe keyfimi arttırdı. Burada geçirmem gereken 30 günüm vardı. Mızmızlansam ya da her gün söylensem de, bir an önce ortama uyum sağlayıp keyfini çıkartsam da bu süre değişmeyecekti. Hatta iyi geçen bir zaman daha da hızlı akardı. Ve ben huzuru seçtim. Çalışmadığım zamanlarda, okudum, yazdım, yüzlerce fotoğraf çektim, yeni insanlarla sohbet ettim. Hatta uzun süredir yapmadığım bir şey yapıp örgü örmeye bile başladım. Televizyonun karşısında, ayaklarımı uzatıp, sıcacık odamda örgü örüyordum akşamları. Örgünün ne kadar güzel bir terapi yöntemi olduğunu bir kez daha fark etmiş oldum böylelikle. Televizyonda kanal gezerken bir türkü programında, örgüyü elimden attığım gibi kalkıp bir iki parmak şıklatıp oynamaya başlayıp, sonra da kendi halime dakikalarca güldüm. Bir yarışma programını sanki içindeymişcesine, orada seyrettim ilk defa.

 

Bir çok insanı ismiyle tanır oldum. Hiç gitmeyecekmişim gibi, her şeyi sahiplendim; benimsedim. Hatta ileride bir gün,oradan bir arsa alıp yerleşme hayalleri bile kurdum. Sağlık Ocağı’nın eksik olan bir çok işini tamamladık ebe arkadaşlarımla. Grafikler hazırladık, duvarlarımıza astık. Ve biliyor musunuz? Meğerse ben Ormana’nın son doktoruymuşum. Bugün öğrendim ki Ormana Sağlık Ocağı, Sağlık Evi haline dönüştürüyormuş. İlçe merkezine 3 km yakınlıkta olması sanırım bu kararda etkili olmuştur. Orada çalışan arkadaşlarımın görev yerleri değişecekmiş. Bunu duymak bile içimi titretti. Orada, o düzen artık olmayacak. Bunu düşünmek bana derin bir hüzün verse de, bu vesile ile yeşeren arkadaşlıklarımızın devam etmesini ve yollarının açık olması diliyorum.

 

 

Döndüğüm günden beri Antalya’ya uyum sağlamaya çalışıyorum şimdi de. Kentin bu kadar gürültülü olduğunun farkında değildim eskiden. Trafikte huzursuz oluyorum; korna sesleri beynimi deliyor. İnsanlar çok öfkeli görünüyor gözüme. Gece, penceremi açtığımda yoğun bir bulut gibi çöken kirli hava ve is kokusu yüreğimi sızlatıyor. Dün akşamüstü, şiddetli yağan yağmurun altında, ilerlemeyen bir araç konvoyunun ortalarında bir yerde öylece dururken , birden köydeki odamı, sobamı, başı sürekli dumanlı o koca dağı ve sessizliği ne kadar özlediğimi fark ettim. Bir gün eğer duyarsanız beni "bir köye yerleşti" diye, sanırım bu anlattıklarımdan sonra, artık şaşırmazsınız.

 

 

Bu 30 gün benim için çok önemli bir yaşam tecrübesi oldu. Kendi içime dönük, serüven dolu bir yolculuğa çıktım. Bazı engelleri kendi kendime koyduğumu fark edip, korkularımla yüzleştim ve onları yendim. Kendimle kavga etmeyi bıraktım. İklim değişti; Akdeniz oldu… Ama bir yanım Ormana’da kaldı. Yüzümde sakin bir gülümsemeyle ve sıcacık anılarımla “Ormana Günlüğü”mü artık kapatıyorum… Şimdilik tabii…

 

 

 

 

Not 1: Bu galeride hem Ormana, hem de bir yıl önceki geçici görev yerim Sütleğen’deki minik arkadaşlarımın fotoğraflarını göreceksiniz.

 

Not 2: Bu dönemde hem yalnızlığıma, hem de heyecanıma ortak olan herkese çok teşekkür ediyorum.

2 yorum:

  1. demek ormana ve sütleğen sadece ha....
    bizi unutmuşun küstük

    YanıtlaSil
  2. Küsme küsmeee... Geçen sene o dönemler ilham perilerim kayıplara karışmıştı. Gömbe ile ilgili sadece Mayıs 2008'de bir tane yazı yazabildim. Ama bunun 18 Mart'ı da var. Unutma:) Görüşürüz...

    YanıtlaSil