27 Aralık 2007 Perşembe

KUŞ

82833Orta yaşların sonlarına yaklaşmakta olan kadın, elindeki tığ işinden başını kaldırıp, yakın gözlüklerinin üzerinden nemli gözlerle balkona doğru baktı. Çok da büyük olmayan ama büyük bir çam ağacına yüzünü dönmüş balkondaki divanda, bacaklarını altına toplamış ve bütün dikkatini elindeki kitaba vermiş olan kızını izlemeye başladı kaçamak bakışlarla. Daha okumayı bile bilmediği günlerden beri kitaplara hayrandı kızı. Yatmadan önce kızının defalarca aynı kitabı kendisinden okumasını istediğini ve bunun onu nasıl da bunalttığını anımsayarak gülümsedi kendi kendine. Gözlerinden süzülen iki damla yaş, gözlük camlarını ıslatarak kucağına düştü. Fark edilmesinden korkarak, telaşla, elinin tersiyle kurulayıverdi gözlerini. Yanındaki koltukta oturmuş, dalgın dalgın gazete okuyan kocasının sesiyle irkildi bir anda…

- Off hanım! Yine mi!

- Tamam canım. Ne kızıyorsun?

- Kızmıyorum; üzülüyorum sadece… Yapma ama böyle! Ben zaten zor tutuyorum kendimi; bir de seni böyle görünce hepten zorlanıyorum.

- N’apayım elimde değil! Ona baktıkça tutamıyorum kendimi. Düşünsene… Haftaya bugün evlenmiş olacak!

- ……..

Bu sırada balkondaki kız, gözlerini sayfalardan ayırıp, içeridekilere gülümsedi ve sonra tekrar okumaya devam etti. Aslında saatlerdir kitabıyla meşgulmüş gibi görünmeye çalışıyorsa da, okuduklarının tek bir kelimesini bile anlamıyordu. “Haftaya bugün evleniyorum” diye düşündü. Hem heyecanlı , hem de tedirgindi. Doğduğundan beri yaşadığı bu evden ayrılacağı zaman, gelmiş çatmıştı işte. Son yıllarda, özellikle de annesiyle yaşadıkları çatışmalar yüzünden, sık sık kendi evinde yaşama hayalleri kurar olmuştu. Kendi evi ve kendi kuralları olacaktı. İstediği saatte yatacak, istediği arkadaşını davet edecek, hatta annesinin hep kızdığı sigarasını balkonda gizli saklı değil, salonun baş köşesinde içebilecekti. Hayır! Ne düşünmeye çalışırsa çalışsın, içindeki sıkıntıyı atmasına yetmiyordu şu anda. Hayali gerçek oluyordu ama tahmin ettiği kadar mutlu değildi işte! Bu düşüncelerle kelimelere daldı gitti yeniden…

- Hatırlıyor musun? Hani senin sancıların gecenin bir vakti tutmuştu da, ben acele edeyim derken terliklerle gitmiştim hastaneye?

- Yaaaa! Hemşire hanımlar nasıl da gülüşmüşlerdi.

- Aman n’apayım. İlk defa baba oluyordum herhalde; olacak o kadar şaşkınlık! Oğlanda öyle miydim ama?

- Yok yok… Oğlanda maşallah tecrübeliydin.

- Herkesin çocuğu kendine güzel gelir tabii de… Bizim kız hakikaten güzeldi be!

- Aaaa güzel olmaz olur mu? Hatta yan odalardan bile gelmişlerdi görmek için hatırlamıyor musun?

- Eeee annesine çekmiş ne de olsa!

- İlahi adam! Gözümün yaşı daha kurumadan güldürdün beni.

- Nasıl da severdi uyumayı değil mi? Gözünün rengini görelim diye bile 2 gün beklemiştik!

- Hala da çok sever uykuyu zaten. Sabahları uyandırana kadar akla karayı seçmiyor muyuz?

- Zorlanıyoruz… Zorlanıyor-duk evet.

- ……………

İçeriden, kendisine bakarak bir şeyler mırıldanan anne babasının neler konuştuğunu duyabilmek için, çay alma bahanesiyle içeri girdi. O içeri girdiğinde fısıldaşmalar kesildi. Suratlarına beceriksizce yapıştırmaya çalıştıkları gülümsemelerle birbirlerine baktılar. “Bir çay alacağım… Kitap fena sardı beni” Tekrar balkona çıkıncaya kadar salondaki sessizlik sürdü. Divana ilişip , sağ kolunu balkonun yer yer paslanmış korkuluklarına dayayarak önündeki çam ağacını seyretti bir süre. Sıcak yaz gecelerinde en büyük zevki bu divanda uyumaktı. Zaten uyumayı oldum olası severdi. İlkokula başladığı sene, her gün sabah annesi onu zorla uyandırdığında, o günün tatil olup olamayacağını sorduğunu anımsadı. Tatil sabahları ise neredeyse öğlene kadar uyurdu. Uyumaktan şişmiş gözleriyle dalga geçerdi erkek kardeşi. Onunla nasıl da kavga ederlerdi çocukken. Oyuncakları bir türlü paylaşamazlardı. Sonraları ise sayfalarını pastel boya kalemleriyle boyadığı için, kitaplarını köşe bucak saklar olmuştu ondan. “Zavallı anneciğim” dedi alçak bir sesle. “İkimizin arasını bulmak için ne çok uğraşırdı kadıncağız. “. Tabii ikisi de büyüdükten sonra çok iyi birer arkadaş olmuşlardı. Anne babasının haberi olmadan, kardeşiyle okuldan kaçıp sinemaya gittikleri günlere daldı gitti sessizce…

- Bizim kız rahatına da düşkün ya… Bakalım n’aapacak damat beyle?

- Canım ben de bilmiyordum yemek falan yapmayı ilk başlarda. O da öğrenir zamanla. Hem zamane gençleri bizler gibi değiller ki... Her işi ortak yapıyorlar. İyi de yapıyorlar!

- Erkek adam mutfağa mı girermiş? Hiç olur mu öyle şey?

- Aaaa niye olmasın ki? Hem kadınlar da çalışıyor artık çoğunlukla. Zaman mı yeter sanki; o kadar iş- güç , çoluk çocuk?

- Şimdi ben dede mi olacağım yani? Hemen yapmasalar bari… Ben daha dede olmaya hazır değilim ki! Yaşımız kaç, başımız kaç?

- Yok yok… Hemen yapmayacaklarmış; sordum ben. Şöyle bir 3-4 sene hayatımızı yaşayalım diyorlar. Bizim daha bir yıl dolmadan kızımız kucağımızdaydı değil mi?

- Aman bilmiyorduk ki bunların bildiklerini!

- Ama torun olduğunda da nasıl severiz biz onu! Şöyle yumuk yumuk bir şey olur…

- Sık sık uğrasalar bari…

- Offf offf! Allahtan oğlan var. O da olmasa n’apardık bir başımıza?

- Eeee hanım! Ben birinin kızını aldım baba ocağından; birisi de bizim kızımızı alıyor şimdi işte… Neylersin işte hayat bu…

Altında uyuşan bacaklarını öne doğru uzatarak gerindi. Yavaş yavaş üzerine vurmaya başlayan güneş, iyice gevşetmişti onu. Öylece, güneşin altında tembel bir kedi gibi yatmak istedi bir süre için de olsa. Önümüzdeki haftadan itibaren sorumluluklarının artacağını hatırlayarak yüzünü buruşturdu. Öyle ya, uyandığında kahvaltısı hep hazır olurdu; giysileri dolabında her zaman tertemiz ve ütülüydü. Pazara ya da markete gitmesi de gerekmezdi. Aslına bakılacak olursa, tam da bir prenses gibiydi yaşamı. Peki, bundan sonra ne olacaktı? Kendi evinin prensesi olabilecek miydi? Özgürlüğünün bedeli, bir takım konforlarından da vazgeçmesini gerektiriyordu. Ya çocuk? Annesi kadar özverili olabilecek miydi ona karşı? Rahat uyuduğu gecelerden, bir çırpıda vazgeçebilecek miydi? Onun kadar sabrı var mıydı sahi? Bu düşünceleri hızla kafasından kovalamaya çalıştı. Sevdiği adamla evleniyordu işte. Ve yaşamın döngüsü onun içinde her zaman olduğu gibi seyrediyordu. Artık, yuvadan uçma vakti gelmişti işte… Kanatlarına güvenmekten başka şansı yoktu… Gücünün yettiği yere kadar uçacaktı…

1 yorum:

  1. "Şimdiye dek yazılmayanlar sisle örtülmüş ve unutulmuşlardır.
    Yazılanlar ise insan ruhunu canlandırmaya devam ederler."
    İvan Bunin, Arsenyev'in Yaşamı.

    YanıtlaSil