24 Ağustos 2010 Salı

TREN

a_story_to_pass_by_by_yamichi Trene binmeden önce son bir kez omzunun üzerinden arkasına baktı. Karısı, kızı, oğlu ve tüm sevdikleri yaşlı gözlerle el sallıyorlardı. O da elini kaldırıp onlarla vedalaştı. Hüzünlü bir gülümseme yerleşmişti dudaklarına. Trenin artık kalkmak üzere olduğunu bildiğinden ağır adımlarla basamaklardan çıktı. Kompartımana girdiğinde bütün gözler üzerine çevrilmişti. Koltukların arasındaki koridorda, oturanları başıyla selamlayarak yürümeye başladı. Boş bulduğu ilk koltuğa ilişti. Yanında 45-50 yaşlarında esmer bir adam oturuyordu.


 


Kendisine meraklı gözlerle bakan yabancıya nazik bir ses tonuyla sordu: “Koltuğun sahibi yoktur umarım?”. Adam aceleyle yanıtladı: “Hayır hayır… Oturabilirsiniz… “. Sonra da yüzünü pencereye çevirerek dışarıdaki kalabalığı işaret etti: “Bakın! Sizinkiler el sallıyorlar!”. Üzgün gözlerle onlara baktı :”Evet… Beni uğurlamaya geldiler”. Bir sessizlik oldu. Yanında oturan adam eski olmanın tecrübesiyle ona destek olmaya çalışıyordu: “Çok zor olduğunu biliyorum. Ama yapacak başka bir şey yok ne yazık ki…”


 


Tren birden bire kayarcasına ilerlemeye başladı. Yeni yolcu şaşkın gözlerle çevresini inceliyordu. Kompartımanın içerisindeki huzur, tuhaf bir şekilde onu da sarıp sarmalayıvermişti. Arkasına yaslanıp derin bir nefes aldı. Pencerelerden hızla akan görüntüleri anlamaya çalışıyordu. Sanki bin bir çeşit renkten oluşan bir nehrin içinde yol alıyorlardı. Yanında sessizce oturan adama döndü: “Nereye gidiyoruz?”. Bu soruya hiç şaşırmamış gibi görünüyordu diğeri: “Yeni bir yolcu almaya tabii ki!”.


 


Derinlerden bir ses duyuluyordu. Şimdiye kadar hiç duymadığı, tanımlayamayacağı bir tını yükseliyordu adeta. “Bu ses nedir?” diye sordu merakla. “ Yaşamın sesi” dedi eski yolcu. “Eskiden bu sesi neden duymadığını düşünüyorsun değil mi?. Ben de yolculuğumun başlarında çok düşünmüştüm bunu. Ama içindeyken hayatın, sesini duyamıyorsun bir türlü. Ne zaman ki dışına çıkıyorsun, işte o zaman ne kadar güzel olduğunu fark ediyorsun.”


 


“Ne zaman başladı senin yolculuğun?” dedi yeni olmanın merakıyla. Eski yolcunun kahverengi gözleri bulutlandı. “Yirmi dört sene önce beni de senin gibi uğurlamıştı karım, çocuklarım. Dile kolay! “ . Olanları kavramaya çalışmanın şaşkınlığıyla devam etti sorularına:“ Kaç çocuğun var? Nerede yaşıyorlar şimdi?”. Adam özlemle mırıldandı: “ Dört !. Üçü ve karım Antalya’da yaşıyorlar. Kızımın bir tanesi de Ankara’da. Torunlarım bile oldu. Hatta geçenlerde bir yolcuyu almak için Antalya’ya uğradığımızda küçük kızımı gördüm; uğurlamaya gelmişti. Şu arka koltukta uyuklayan şişman adam var ya , o işte! Arkadaşıymış sanırım. Pencereden el salladım. Ama beni görmedi. Gerçi göremeyeceğini biliyordum ama yine de elimde değil işte…”


 


Bu sefer sorma sırası eski yolcuya gelmişti: “Senin kaç çocuğun var?” . “İki” dedi kısık bir sesle yeni yolcu. “Onları bir daha göremeyecek olmam çok koyuyor bana; biliyor musun?” diye devam etti sözlerine. “Bunu da nereden çıkardın?” diye  itiraz etti diğer adam. “Sana ne zaman ihtiyaçları olsa sen yanlarında olacaksın. Evet! Belki eskiden bildiğin anlamda olmayacak bu. Seni göremeyecekler ama hissedecekler. Bir rüzgar olup yanaklarını okşayacak, bir yağmur damlası olup saçlarında dolaşacaksın usulca. Ama inan bana bunların hepsini yapacaksın”. “Nasıl?” diye sordu yeni yolcu umutsuzca. “Ben sana yardım edeceğim. Tıpkı bana yardım ettikleri gibi” dedi; elini adamın elinin üzerine koyup, dostça gülümsedi.


 


Tren sarsılarak durdu. İçeri şaşkın bakışlarla genç bir kadın bindi. Koridorun arasında kendisine oturacak bir yer ararken, oturanlara ürkekçe gülümsüyordu. Boş bulduğu bir koltuğa ilişti. Yanında küçük bir çocuk uyumaktaydı. Başı hafifçe yana kaymıştı. Yumuşak hareketlerle çocuğun başını düzeltti ve kendi göğsüne doğru yerleştirdi. Trenin hareketiyle başlayan renk cümbüşünü hayranlıkla izlemeye başladı. Arka koltukta sohbeti koyulaştırmış iki adamın kahkahalarını duyunca arkasına yaslandı ve hüzünle gülümsedi. Yolculuk başlıyordu…


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 Vedalaştığımız bütün yolcularımızın anısına...


 


 


 


Görsel: www.deviantart.com

2 yorum:

  1. Benim güzel yürekli arkadaşım, ne diyeceğimi, yazacağımı bilemedim inan.
    Her yolculuk yeni başlangıçtır değil mi?
    Son diye bir şey yok aslında.
    Güzel yüreğine sağlık.
    Özledim seni, görüşelim hafta içi olur mu?

    YanıtlaSil
  2. Son diye bir şey varsa da ben buna inanmak istemiyorum Özlemciğim. Kimisi bunu cennet diye tanımlıyor; kimisi bir ışık ülkesi... Adının ne olduğunun bir önemi yok. Önemli olan böyle düşünmenin kendimi iyi hissetmeme sebep olması. En kısa zamanda görüşelim bence de... Sağolasın...

    YanıtlaSil