5 Kasım 2007 Pazartesi

ORMANA GÜNLÜĞÜ-1

7413310 gün önce “Burnumuzun ucunu göremiyorken” diye başlamıştım sözüme… Bu sabah ise gerçek bir sisin içinden geçerek 1 aylığına görev yapacağım Antalya’nın İbradı ilçesinin Ormana Beldesi’ne ulaştım. Bütün hafta sonum hazırlık yapmakla geçti. Önce, yanımda götüreceklerimin bir listesini yaptım elbette. Her işimi planlamayı çok sevdiğimden bu işi de büyük bir ciddiyetle yerine getirdim haliyle. Toros Dağları’nın tepesinde , denizden ortalama 900 m yükseklikte olacağımı bildiğim için yorgan, kalın kazaklar, manto , hatta durumu abartıp atkı, bere bile koydum valizime. Okuyacağım kitaplar ve çoğunluğu konservelerden oluşan yiyeceklerimi de yüklediğimde küçük çaplı bir kamyonete dönüşen arabamla bu sabah yola koyuldum… Sabah uyandığımda bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun cesaretimi kırdığını ise ancak şimdi itiraf edebiliyorum kendi kendime de….

 

Yaklaşık 3 saat süren yolculuğum sırasında şehirden uzaklaşıp özellikle Manavgat’tan Konya yoluna döndüğüm andan itibaren yağmurun ıslattığı toprak kokusu ve çam ağaçlarının dingin yeşiline, radyodaki tangolar eşlik ediyordu. Ama kilometre çizgilerini aşıp gittikçe, yağmur hızını arttırmaya ve gökyüzünde ışıktan oklar belirmeye başladı. İbradı yol ayrımından, artık Toros’ların tepesine giden yola döndüğümde ise yoğun bir sisin içine doğru ilerlemeye başladığımı fark ettim. Gökyüzü giderek kararıyordu. Bütün dikkatimle yolu izlemekten, güzün sararttığı ağaçların ve yolun her iki tarafında oluşmuş minik derelerin büyülü görüntülerinin bile hakkını veremedim ne yazık ki... Ormana Sağlık Ocağı’na ulaştığımda ise yağmur ve rüzgarın şiddetli dansından, kapımı açmak için oldukça uzun bir süre beklemek zorunda kaldım.

 

İçeride beni sıcacık gülümsemesiyle Yelda Hemşire karşıladı. Odada, çıtır çıtır yanan bir odun sobası ve üzerinde demini almış çay beni bekliyordu. Saçlarımdan süzülen yağmur damlaları ensemden sırtıma kadar süzülmüşlerdi. Üzerime kuru bir şeyler giyip geldiğimde ise çayım masada bana göz kırpıyordu. 10 aydır burada olduğunu ve hiç bu kadar kötü bir hava görmediğini söyledi Yelda Hemşire. Ben de “ Ormana, bana hoş geldin demek istedi sanırım “ dedim ve gülüştük.

 

Şiddetli yağmurdan çok fazla etrafımı göremesem de iki özellik dikkatimi çekmişti. Beldeye girer girmez yolun her iki tarafında çok fazla sayıda mezarlık vardı. Bunun nedenini sorduğumda Yelda şöyle bir açıklama getirdi. İstanbul , Ankara , İzmir gibi büyük şehirlerde oturan Ormana’lılar da öldüklerinde mutlaka burada gömülürlermiş. Zaten gazetelerine, web sitelerine ve bütün aktivitelere ciddiyetle yaklaşımlarından ne kadar birbirlerine bağlı olduklarını anlamak da hiç güç değil. Bütün sokaklar parke taş ile döşeli ve her taraf son derece temiz ve şaşırtacak kadar bakımlı. Diğer dikkatimi çeken ise evlerin mimarisi oldu. Taştan yapılmış, kapıları ve ahşap işçilikleriyle hepsi birbirinden güzel bir çok ev var burada. Yağmur durur durmaz en kısa zamanda bu evleri keşfe çıkmayı ve bol bol fotoğraf çekmeyi aklıma not ettim. Tabii ki eğer hava şartları uygun olursa, içinde nefis bir göl ve su altı kolları bulunan Altın Beşik Mağarası da çok yakınımda.

 

Akşam yemeğinde, ilk gecemi tek başıma geçirmeme gönlü razı olmayan Yelda Hemşire’nin evine konuk oldum. Son derece sevimli iki kardeş olan Kaan ve Beyazıt’la top oynarken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Ama artık 1 ay süresince evim olacak olan Sağlık Ocağı’na dönme vakti gelmişti. Hala dinmeyen yağmurun altında peşim sıra "Gene gel Yeşil Abla!" diye seslenen ufaklılara el sallayarak , bir tepenin üstüne yerleştirilmiş evimin yolunu tuttum.

 

Şu anda her taraf çok sessiz. Sadece yağmurun çatıdan süzülüp toprağa düştüğünde çıkardığı ses geliyor kulağıma. Bir de ara sıra nasıl olduğumu merak eden sevdiklerimin telefonlarıyla kendi sesimi duyuyorum. Onların sıcaklığı yalnızlığımı hafifletiyor bir nebze de olsa. Yattığım odanın yanında morg ve penceremin karşısında türbe ve mezarlık olması beni biraz ürkütüyor haliyle. Ama tanımadığım bir yerde , bana tamamen yabancı bir mekanda tek başına olmak sanırım daha zor. Bu ay gelecek elektrik faturasının tek sorumlusu benim; peşin peşin itiraf edeyim. Zaten asıl ölülerden değil yaşayanlardan korkmak lazım değil mi? Vaktiyle bol bol seyrettiğim zombili filmlerin acısı çıkıyor bir şekilde. Neyse, sanırım ilk gecem olduğu için böyledir ve zamanla geçer…. Umarım …

 

Geçen sene Antalya’nın diğer tarafındaki başka bir dağ köyüne gittiğimde güzel bir tesadüfle Başak ve Cuma ile karşılaşmış ve bu sayede Milliyet Blog ile tanışmıştım. Bu geçici görevimden sonra bakalım neler koyacağım bohçama? Bunu gerçekten çok merak ediyorum… Siz iyisi mi beni izlemeye devam edin:)

 

 

 

 

 

 
Ormana’yı merak edenler için:

 

http://www.ormana.info/

 

http://www.ormana.org/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder