13 Temmuz 2008 Pazar

CENAZE EVİ

_funeral_march__by_rache_engel3 katlı soluk sarı apartmanın ilk katındaki dairenin kapısı ardına kadar açıktı. Kapının eşiğindeki onlarca çift ayakkabının yanında kendilerininkileri de bırakarak içeri girdi. Huzursuzca etrafına bakındı. Oldum olası sevmezdi zaten böyle ortamlarda bulunmayı. Mutfak dahil her odada bir takım insanlar, nemli gözlerle konuşmaktaydılar. Sessiz ve tedirgin bir kalabalıktı… Dar ve karanlık koridorun sonundaki odalardan birisinden ise ağlama sesleri diğer odalara dağılıyordu.

Kim olduğunu bilmediği birileri evin girişinde onu karşıladı. Bir akraba ya da komşu olabilirdi ama o kadar olayın içine girmişlerdi ki ev sahiplerini tanımıyor olsa rahatlıkla aldanabilirdi. “Hoş geldiniz” dediler başörtülü bir kadın ve bıyıklı bir adam…Ne diyeceğini bilemez bir şekilde duraksadı. Belli belirsiz bir “Başınız sağolsun” döküldü dudaklarının arasından. İkisi de aynı anda “Dostlar sağolsun!” dediler. Boş bulduğu sandalyelerden birine eğreti bir şekilde ilişti.

Ev sahipleri odalarda gezinip olan biteni defalarca bıkmadan usanmadan anlatıyorlardı. “Sabaha karşı uyanmış… Soğuk soğuk terliyormuş… Biraz da göğsü ağrıyormuş…” Göz yaşlarını silmek için kısa molalar veriyor tekrar konuşmaya devam ediyorlardı. “ Biraz daha uyuyayım belki geçer demiş… Sonra yatağa uzanmış… Bir daha da uyanmamış.”… Odada kısa bir sessizlikten sonra birileri lafa girdi: “Tam da mübarek Cuma günü… Hem de üç aylarda…” . Onun bu sözünü desteklercesine bir uğultu yükseldi salondan.”Yaaa değil mi? Hep de böyle bir ölüm isterdi rahmetli!” diye mırıldandı en köşede oturan minicik, buruş buruş yüzlü bir kadın. Ama kimse onu duymadı…

Sıkıntıyla ayağa kalktı. Bir bardak su içmek için mutfağa yöneldi. Bir grup kadın yoğun bir sohbete dalmışlardı. Yaşını tahmin edemediği çok şişman bir kadın, bir yandan sohbete katılıyor bir yandan da yapışkan sıcaktan dolayı habire kullanılan su bardaklarını yıkayıp, mavi ucuz plastikten bulaşık süzgecine yerleştiriyordu…
Aceleyle buzdolabından bir bardak su alıp mutfaktan çıktı.

Ağlama seslerini takip ederek koridorun sonundaki odaya ulaştı. Burası evin en serin yeriydi. Klimanın karşısına geçtiğinde üzerindeki terin bir anda buz gibi olduğunu hissetti.  İki kanepenin arasındaki dallı güllü bordo halının üzerinde, bir örtünün altında kıvrımlarını seçebildiği, herkesin orada bulunmasının nedeni olan kadın yatıyordu. Başucunda birkaç tane kadın ellerindeki kitaplardan bir takım dualar okuyorlardı. Bazı kadınlar da bir yandan ağlıyor bir yandan da tesbih çekiyorlardı.

Odaya giren erkekler yüzünden bir anda bir sessizlik oldu. “Hava çok sıcak” dedi adamlardan bir tanesi…  Cenazeyi bir an önce morga götürmeliyiz…”. Az önce bütün dikkatini okuduğu duaya veren kadınlardan bir tanesi yakın okuma gözlüklerinin üzerinden bakarak konuştu: “Tabii… Hem şişer hem de kokar!” Bu duyduğu konuşma ne kadar  gerçekçi de olsa, daha bu sabaha kadar ”insan” olarak var olan bir kadının nasıl olup da  bu kadar çabuk ve rahatlıkla bir “et parçası” olarak algılanıyor olması  fikri onu dehşete düşürmüştü.  Ne kadar kabul etmek istemese de bu kadar basit ve doğaldı belki de…

Birden bire ortalıkta bir hareketlenme oldu. Evdeki kalabalık  pencerelerden aşağıda, kaldırıma yanaşmaya çalışan cenaze nakil aracını izlemeye başlamışlardı. Sokaktan gelen bir çığlıkla o da bu topluluğa katılmaya karar verdi. Mutfak balkonuna çıktığında yaklaşık 50 yaşlarında ince askılı bir bluz ve dar bir pantolon giymiş balık etli bir kadının, sağa sola koşuşturarak feryat figan ağladığını gördü. Geldiğinden beri hiç bu kadar ağlayan birisini görmemişti o ana kadar. “Acaba çok mu yakındılar?” diye düşünmekten kendisini alamadı. Onunla aynı balkonda olanları izleyen iki kadın kendi aralarında konuşuyorlardı. Kadınlardan daha yaşlı olanı bilmiş bir edayla yanındakinin kulağına eğilip “Hıhhh sen ağla daha!Rahmetli sağlığında sana orospu derdi. Hiç de sevmezdi” diye fısıldadı.

İstemeden kulak misafiri olduğu bu sözlere inanmakta güçlük çekiyordu. Yaşarken onu hiç sevmediğini fark etmemiş miydi ki bu kadın, kendini paralarcasına ağlamaya devam ediyordu? Belki de bu ölümü fırsat bilerek kendi yaşamına ağlıyor olamaz mıydı? Kendi kayıplarına ya da elinden uçup giden fırsatlara? Birden bire aklına “ağıtçı”lar geldi. Doğru ya; bir de onlar vardı değil mi? Cenazelerde para karşılığı ağlayan ve ortamı “hava”ya sokan bir takım kadınlardı bunlar. Neden gerekirdi ki bu kadar ağlamak ya da ölenin arkasından onu en çok sevenler mi hep çok ağlardı? Ağlamak bir gösteriş ya da prestij sebebi miydi? Ağlamamak sevmemenin mi bir göstergesiydi? Kafasında bir sürü soru işareti uçuşurken omzuna dokunan  bir elle irkildi.

Kemikli yüzlü  zayıf bir kadın, elindeki  krem rengi spor çantayı ona doğru uzatıyordu. “Bu çanta sizin mi?”. Kadının gösterdiği çanta kendisine aitti; su almak için mutfağa gittiğinde buzdolabının kapağını açarken aceleyle kapının koluna astığını anımsadı.Teşekkür ederek çantasını omzuna astı. Kadın kaşlarını yukarı kaldırıp yüzüne önemli bir ifade vererek devam etti:” Aman dikkat edin! Böyle cenaze evlerinde gelen giden belli olmaz. Geçen gün bir cenaze evinde eltimin çantasından bankaya yatırmaya götürdüğü 500 lira para vardı; onu çalmışlar!”.

Çantasından çalınan bir şey olup olmadığını anlamak için kadının bir an önce gitmesini bekledi. Kadın sırtını döner dönmez hemen çantanın içindekileri kontrol etti. Derin bir nefes aldı. Bu sefer ucuz atlatmıştı ama bir sonrakine daha dikkatli olmalıydı. “Ne günlere kaldık!” diye homurdandı kendi kendine. Evdeki ağır havaya artık daha fazla katlanamayacağını fark etti. Tekrar başsağlığı dileklerini sunarak kapıya doğru yöneldi. Giderek sayısı artan ayakkabılar arasından kendisine ait olanları buldu. Merdivenlerden aşağı doğru inerken , sokakta hala ağlamakta olan  kadının sesi apartman girişinde bir kez daha yankılandı. “Ahhhh ablam ahhh! N’apıcaz şimdi biz sensiz?”

1 yorum:

  1. Klasik ölü evi ortamı değil mi?BR/Off oof . Ölüm kötü Yeşom ya bir de geride kalanların abartısı? O daha da fdaraltıypor insanı.BR/Sevgilerimle...

    YanıtlaSil