16 Ocak 2009 Cuma

SON PERDEDE

old_couple_on_a_bench_by_derbyboyBİRİ

Yüzündeki telaşlı ifadeye zıt, ağır adımlarla odadan içeriye girdi. Masanın yanına yaklaşınca durdu. Elindeki bastona dayanarak bozulan nefesini düzeltmeye çalıştı. “Sana bir şey soracağım!” dedi inlercesine. “Ooo hoş geldin Hayriye Teyze. Hayırdır? Ne soracaksın bakayım?” dedim. Yanında kimsenin olmamasına şaşırmıştım; çünkü ya kızı ya da geliniyle gelirdi her seferinde. Koluna girerek bir sandalyeye oturmasını sağladım. “Evdekiler bana et yedirmiyorlar!”.

Öylesine haykırırca söylemişti ki bir an için  komik gelmişti bu serzenişi. Meraklı görünürcesine sordum:“Neden yedirmiyorlar peki?”. “Bilmiyorum işte; zararı olurmuş.” diye tısladı öfkeli bir sesle.  Et yemeyi sevdiği çok belliydi bu sevimli yaşlı teyzenin. “Sen evdekilerden birilerini yanıma yolla. Bakayım sana neden et yedirmiyorlarmış? Mutlaka vardır bir nedeni” dedim gülümseyerek. 

Söylediklerimden memnun kalmamış gibi yüzünü buruşturdu. “Aman kızım! Sen şöyle bir kağıda yazıp imzalasan ya ‘et yiyebilir’ diye…” Artık gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum. “ Öyle yazmaya gerek yok. Sen yolla hele onları; ben konuşurum”. Yavaşça ayağa kalktı. Bastonundan destek alarak yürümeye başladı. Hala kendi kendine homurdanıyordu: “Keşke bir kağıt yazıp imzalasaydın. Et yedirmiyorlar bunlar bana!”…

BİR DİĞERİ

Bebekken varlığından bile haberdar olmadığı bebek beziyle, seksen beş yaşında tanışmıştı kurumuş teni. Tıpkı bebekler gibi pişik olmuştu daha iki gün geçmeden. “Benim gibi titiz bir kadının başına mı gelecekti bunlar?” diye üzülüyordu içten içe. Doktorların birinin gidip diğerinin geldiği bir hastane odasında sıkıntıyla iç çekiyordu. Yemeklerden yakınıyordu sürekli. Yanındaki yatakta yatan hastanın öksürüğü sinirini bozuyordu.

“Çok sıkıldım ben. Televizyon yok; Esra’yı da seyredemiyorum.” diye tekrarlıyordu sürekli. Hastaneye yatacağı gün kızına, eğer ölürse memleketinde gömülmek istediğini vasiyet etmişti. Bu konu konuşulduktan sonra da çok kötü hissetmişti kendisini. İki büklüm, nefes nefese ve zorla yürüyebildiği halde, bu kadar şiddetle yaşama bağlı olması şaşırtıcıydı.

Sona yaklaştıkça hayatla olan bağlar daha da sıkılaşıyordu sanırım. Hayatla bağları sıkılaşırken, dünyası giderek kendisi ve onun istedikleri çevresinde döner olmuştu. Kendisi dışındaki insanların -hele de yaşlıların- ne şartlar altında yaşadığını hiç fark etmez gibiydi. Bisküvisini damağıyla ezerek yemeye çalışırken, bakıcı kızın kocasının sakalları geldi aklına.”Ne o öyle? Tıpkı haydut gibi!” diye söylendi kendi kendine…

DİĞERLERİ

El ele tutuşmuşlardı. Kapıdan içeri girdiler. Özellikle kırsal alanda çok da sık rastlanmayan bir görüntüleri vardı bu yaşlı çiftin. Adam özenle, karısının sandalyeye oturmasına yardım etti. Hangisinin hasta olduğunu sorduğumda yaşlı adam kederli gözlerle bana baktı: “Canımın yarısı hasta doktor hanım”. Onun esmer kırışıklarla dolu yüzüne ve pırıl pırıl parlayan gözlerine baktım. Seksen yılın yükünü taşıyan omuzlarını dik tutmaya çalışıyordu.

“Sen ne kadar güzel bir adamsın be amca!” cümlesi dudaklarımdan dökülüverdi. Koyu kahverengi gözlerini kırpıştırarak nemlenen gözlerindeki yaşları dağıtmaya çalıştı. Sevgi dolu gözlerle karısına bakarak:“N’apayım kızım? O benim hayat arkadaşım. Aynı yastıkta kocadık gittik”. Yaşlı kadın ise kocasının sözlerini yüzünde naif bir gülümsemeyle dinliyordu.

Muayenesi bittiğinde bazı tahlillerin yapılması için hastaneye gitmeleri gerektiğini anlattım. Araçları olup olmadığını, buraya nasıl geldiklerini sorduğumda yaşlı adam gururlu bir sesle konuştu: “ Kimse yok yanımızda. Arabayla geldik; ben getirdim!” O bir erkekti ve yaşamının sonlarına geldiği şu günlerde bile karısını koruyacak kollayacak gücü buluyordu kendisinde.

Karısını koluna destek olarak nazikçe kaldırdı. Elini sımsıkı tuttu. Gülümseyerek uzaklaşırlarken, sevginin -hele de bir erkek tarafından- gösterilmesinin ayıp ya da tuhaf göründüğü zamanlara ait bu yaşlı çiftin daha çok uzun yıllar bir arada olmasını diledim tüm kalbimle… Olamayacağını bile bile diledim…

 

 

Fotoğraf: www.deviantart.com

 

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/

9 yorum:

  1. Aydan Atlayan Kedi16 Ocak 2009 01:49

    İnsan olmak hangi evrede daha zor diye düşünürüm zaman zaman. Bebekken ve kendi işini göremezken mi, büyüyüp dünyanın dertleriyle harman olduğunda mı yoksa yaşlanıp ölümü bekler olduğunda mı? sanırım yaşlandığında. Yapabildiğin hiçbirşeyi yapamaz olup bir bebek gibi bakıma muhtaç olduğun, dertlerini çektiğin hiçbirşeyi aslında dert olmadığını ama ömrünü bunlarla geçirdiğini düşündüğün ve ölümün yakınında bir yerde durduğun zaman yani yaşlandığın zaman daha zor insan olmak...

    YanıtlaSil
  2. sadece yaşama değil birbirlerine de sıkı sıkıya bağlanıyor olmalılar keşke her daim yaşamın her aşamasında bu bağlılık, bu değer verme, bu farkındalık olsa öyle değil mi...

    YanıtlaSil
  3. Yeşim Özdemir16 Ocak 2009 03:58

    - Aydan Atlayan Kedi: Elden ayaktan düşmek ve eskiden hiç düşünmeden kolaylıkla yapabildiklerini yapamaz duruma düşmek çok daha kötü sanırım. Var olan durumu yok sayarcasına yaşamın ve çevresindekilerin üzerinde iktidarını devam etttirme çabasında olmaya çalışmak. Yaşlılık gerçekten de çok zor görünüyor...

    YanıtlaSil
  4. Yeşim Özdemir16 Ocak 2009 04:02

    - Beenmaya: O yaşlı amcanın pırıl pırıl bakışları gözlerimin önünden gitmiyor Özlem. O anda boynuna sarılıp ağlayasım geldi o yüce ve köklü sevginin karşısında. Onlar, sevginin çok uzun yıllar yaşayabileceğinin canlı birer kanıtıydılar çünkü...

    YanıtlaSil
  5. Hayat, neler katıyor önce insana sonra neleri alıp götürüyordeğil mi? BR/En önemlisi hatta en güzeli, sevmek ve sevilmek bence.BR/Budur aslında güzel yaşamak Yeşom.BR/Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  6. Yeşim Özdemir17 Ocak 2009 04:27

    - Özlem: "Tersine Yaşamak" şiirinde olduğu gibi yaşayabilsek daha iyi mi olurdu acaba? Yapamadıklarımızı zamanla yapar olup, keyifli bir geceyle hayatımız son bulsaydı...

    YanıtlaSil
  7. Yeşim Özdemir20 Ocak 2009 06:53

    - Kaptanzade: O adamın "Canımın yarısı" diye seslenmesi kaç yıllık karısına... Gözlerim doldu be Engin. Kendimi tutmasam adamın boynuna sarılıp hüngür hüngür ağlayacaktım. Yapmadım tabii... Aslında yapmalıydım belki de... Hayat zor ve giderek de daha zorlaşıyor bizler için. Çok sağol sen de; okuduğun için.

    YanıtlaSil
  8. Faruk Sürener10 Şubat 2009 04:57

    Yazı beni bambaşka bir ruh haline soktu, iş vakti iş vakti.. Ellerine sağlık..

    YanıtlaSil
  9. Çocuklar ve yaşlılara hiç kıyamıyorum. Bu yüzden de onları ilgilendiren olaylarda biraz daha hassasım sanırım. Umarım gününü zorlaştırmam. Sevgiler...

    YanıtlaSil