12 Ağustos 2007 Pazar

YAŞAM DEFTERİM

571391Yaşam defterimin sayfalarını karıştırıyorum dalgın dalgın… 37 yılda “Kimler gelmiş, kimler geçmiş!” diye düşünmeden edemiyorum. Baş ucumda bulunan abajurun sıcak sarı ışığında dikkatle incelemeye başlıyorum defterimi. Bazı kişilerin ya da olayların yanına notlar düşmüşüm. Ortalarına yakın bir yere kadar , her sayfada babama rastlıyorum mesela. İlk sayfalarda biraz silik, tam okuyamıyorum. Sonraları giderek daha sık bahseder olmuşum. Ama defterden kaybolmasına yakın yerlerden itibaren hep koyu kalemle altını çizmişim adının… 12 Aralık 1984’te not düşmüşüm:”Elveda Babacığım…” Sonraki sayfalarda, serpiştirilmiş bir biçimde adına rastlıyorum zaman zaman. “Özledim seni” ya da “Keşke yanımda olsaydın” diye yazmışım titrek bir yazıyla. Bir de siyah beyaz gülümseyen bir fotoğrafını yapıştırmışım kuru bir çiçekle birlikte yan yana… Keşke yanımda olsaydın...

 

Sayfaları çevirdikçe anılarım da canlanıyor yavaş yavaş. 5 yaşında artık kocaman bir kız çocuğuyken ağzımdan eksik etmediğim emziğimi bırakmamı söyleyen güleç yüzlü, tombul yanaklı doktor çıkıyor bir anda karşıma. Balıkesir’deki evimizin bahçesindeki salıncakta sallanıyorum sakin sakin. Uzay Yolu’ndaki Kaptan Kirk’e benzettiğim lahmacuncudaki o nefis koku geliyor burnuma birden. Anneannemin bahçesindeki koyu kırmızı vişnelerin buruk tadını duyumsuyorum.

 

Pencereden esen rüzgarla sayfalar uçuşuyor. Şimdi önümde ilk yeğenim Barış’ın doğduğu gün duruyor. Yanına kocaman harflerle yazmışım “Yaşasın , nihayet teyze oldum!” Fakülte 1. sınıftaydım… 12 Nisan 1987 diye hatırlatma notu koymuşum. Girdiğim ve bayıldığım ilk doğumdu benim için. Bir sürü fotoğraf eklemişim Barış’la ilgili. Kimisinde dizlerimin üstünde minicik öylece uyuyor, kimisinde çaldığım gitara eşlik ederek şarkı söylemeye çalışıyor. Gülümsüyorum. Kendi kendime “Allahtan ikincisinde tecrübeliydim” diye düşünüyorum. Hemen telaşla sayfaları karıştırararak ikinci yeğenim İdil’in doğduğu günü buluyorum. Sayfa kurumuş gözyaşlarından dolayı dalgalanmış. Yanında bir not “Hoş geldin bebek; yaşama sırası sende!”…14 Eylül 2003 . Yanak yanağa bir sürü fotoğraf da bu sayfalarda gözüme çarpıyor. “En çirkin nasıl oluruz?” diye tuhaf hallere girdiğimiz pozlara bakıyorum gözlerim dolu dolu. İkisini de öyle çok seviyorum ki… Onların sayfalarını daha bir özenli çeviriyorum. Hatta çevirmek bile istemiyorum.

 

Sonra rastgele bir sayfa çıkması için defteri kapatıyorum. Bırakıyorum ve neresi denk gelirse o aradan açılmasını bekliyorum. İşte şimdi annemin artık bir genç kız olduğum günkü konuşması karşımda. Korkuyorum. Daha önceden haberim yoktu ki bundan? Biraz da utanıyorum… “Offf sırası mı şimdi!” Gene annemin yaptığı nefis Boşnak böreği nar gibi kızarmış karşımda duruyor. Yazık kadıncağızın yine beli ağrıyor. Aaa işte burada da , apartmanımızın giriş katında yangın çıkınca, annemi birinci kattan bir sandalye yardımıyla balkondan aşağı indiren kuaför, bakkal ve kasabı görüyorum. Nasıl da korkmuştuk o gün.

 

Ablamlarla oynadığımız oyunlar var bir sayfada. Onların aşık olup anlattıkları delikanlılar ve tam olarak ne hissettiklerini henüz anlayamayan ben. Birbirlerinin giysilerini giydikleri için kopan kavga kıyamet. Ama her zaman derin bir sevgi yayılıyor sayfalardan yüzüme doğru. Kovalamaca oynarken cam kapıyı kapattığım için eli cama giren kardeşime rastlıyorum bir anda. Korku dolu gözlerle kanlar akan eline bakarkenki annemin ve onun çığlıklarını duyuyorum. “Bir kazaydı” diye mırıldanıyorum alçak bir sesle.”Sana zarar vereceğimi düşünmedim” Hala avucundaki dikişlere baktığımda üzülüyorum.

 

Bir sayfa daha… Mezuniyet balosunda rektörle dans edişimiz, hevesle yapıştırdığım takma tırnaklarımdan birisinin elimden fırlaması, sarhoş olan arkadaşımı sürükleyerek evine götürmemiz, aylarca bu baloya hazırlanıp diktirdiği yavru ağzı rengindeki tafta tuvaletindeki şarap kırmızısı… Sonra… Mesleğe ilk başladığım gün, ilk baktığım hasta, o yaşlı teyze beliriveriyor birdenbire. “Güzel kızım eline sağlık çok güzel muayene ettin de, doktor bey ne zaman bakacak acaba bana?” Ahh ahh… Aylarca doktor olduğuma onları ikna etmek için az mı çabalamıştım? “Kelli felli , göbekli doktor bey” alışkanlığını yıkmak ne kadar zor olmuştu benim için. Hemen peşinden ilk otopsim karşıma çıkıyor. Bir genç kızdı. Henüz 17 yaşındaydı. Erkek arkadaşıyla gezerken, tanıdıkları tarafından görülüp ailesine söylenmekle tehdit edildiği için intihar etmişti. Akdeniz’de … İçim sızlıyor…

 
11 Mayıs 2007…Arkadaşımı kaybettim. 3 ay olmuş… Bu sayfa da gözyaşı lekeleriyle dolu. Zaman ne kadar hızlı geçiyor. Ona da “Elveda” demişim. Sonra da yanında bir not daha: “Yaşam sonsuz değil hiçbirimiz için. Bir gün gelecek artık güzel bir sabaha uyanamayacağız. Mutlu olma ve yaşamdan tat alma şansımız henüz varken bunu elimizden geldiğince değerlendirmeliyiz. Yaşam basittir aslında. Onu karmaşık kılan bizleriz. En basit problemleri bile , en zor denklemleri kullanarak çözmeye çalışırız. O kadar çok zamanımız yok!”

Dostlarımın doğumları, düğünlerine geçiyorum aceleyle. Can dostumun ilk dansını seyrederkenki gözyaşlarım gene bana eşlik ediyor. Bezlerini ilk benim değiştirdiğim bir sürü dost çocuğum var artık. Şimdi kocaman oldular. Yıllardır birlikte yaptığımız sohbetlerin mırıltılarını duyuyorum. Mutfakta bir masa çevresinde bir şişe şarap eşliğinde söylenen acapella şarkılar. Kahkahalar, gözyaşları... Kalbimi kıranların sayfalarında yazılar iyice kaybolmuş. Yüzler silikleşmiş. Anılar sanki bana ait değilmiş gibi. Sanki bir başkasının yaşadıklarını okuyorum. Hatta bazen “Bunu ben mi yaşadım?” diye şaşırıyorum. Hayal kırıklıklarından ders almak için gene bir not eklemişim:” Bu yaşadıkların kulağına küpe olsun!”



 

İnancımı yitirmemek ama unutmamak temennisiyle güzel bir sayfa bulmak istiyorum hemen kendime. 13 Ekim 2005… Yanına kocaman bir kalp çizmişim. Ve not düşmüşüm “Nihayet!” … O tarihten sonra çiçek bahçesine dönmüş sayfalar. Ondan 4 gün sonra ise yeni bir not “ Ev aldım!” . Taşınırkenki heyecanım, eşyalarımı alırkenki telaşım, hepsi teker teker sayfalarda yerini almış. Koltuğuma oturup zevkle seyrediyorum… Güzellikler yetmiyor . Heyecanla devam ediyorum. 21 Kasım 2005… Hayatımda şarkı söylemekten en keyif aldığım gün. Yanaklarım pembeleşiyor birdenbire. 13 Ağustos 2006. “İşte …Hayalim gerçek oldu! Nihayet Prag’tayız!” Sonra Viyana, Budapeşte…Fotoğraflar, fotoğraflar, Tuna, Vltava, Çek birası, Macar şarabı, Karl Köprüsü, gözyaşları, göğüs kafesime sığmayan yüreğim…

 

Defteri kapatıp sımsıkı göğsüme bastıyorum. Bordo kanepemde, sıcak sarı abajur ışığının altında. Defterde daha boş olan ne kadar sayfa olduğunu bilmiyorum, ne kadarını doldurabileceğimi ve neler yazacağımı da … Defterim tamamlanıp , asırlardır herkesin defterlerinin konduğu rafa kaldırıldığında, dilerim okunmaya ve hatırlanmaya değer bir öykü olur…. Benim öyküm…


 

 

 

 

 

 

 

 

 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

2 yorum:

  1. yazının sonlarında 'Yeşimin Galaksi Rehberine ' geçiş var
    yoksa sende -Gülhan ı-için için kıskananlardan mısın?

    YanıtlaSil
  2. Galaksi Rehberi kendimi çok yalnız hissettiğim bir dağ başındaki geçici görev sırasında kafamda uçuşanların bir kısmından ortaya çıkan bir yazıydı. İnsan bazen mizahla zor zamanları kolaylaştırabiliyor:)

    YanıtlaSil