Çubuk makarnaya ya da kıvrımlı bir perdeye benzeyen sarkıt gördünüz mü hiç? Zeytintaşı Mağarası’na gitmediyseniz cevabınız “hayır” olacaktır. Çünkü uzmanların araştırmalarına göre, bu sarkıt yapısı başka hiçbir mağarada bulunmamakta. Güzel bir hafta sonu gezisi için Antalya’nın bir ilçesi olan Serik’teydik bugün. Zeytintaşı Mağarası, Serik ilçe merkezine 16 km uzaklıkta, adını aldığı Zeytintaşı tepesinde bulunuyor. 1997 yılında, taş ocağı açılması için başlatılan çalışmalarda tesadüfen bulunmuş. 8 milyon yaşında olduğu ve oluşumunun devam ettiği tespit edilmiş. 14 m. uzunluğunda ve çift katlı olan mağarada, ziyaretçilere sadece üst kat gösterilmekte. Alt katta çalışmalar devam etmekteymiş.İçeriye hiçbir şekilde fotoğraf makinesi ve kamera alınmıyor. Flaşların mağara yüzeyine zarar verdiğini bildiğimiz için tripotlarımızı da almıştık ama ne yazık ki çekim yapamadık.
Başımızın belası havuz problemlerini hatırlarsınız. 2 musluk saatte şu kadar desimetre küp su akıtacak şekilde havuzu doldurmaya çalışır. Diğer yandan havuzu boşaltmaya çalışan bir musluk vardır. Havuzun ölçüleri verilir. Havuzun kaç saatte dolacağını bulmaya çalışırsınız. Dolduran ve boşaltan musluk sayıları arttıkça işler giderek karışır.
Duş ve dezenfeksiyon odasına girişte sağda, büyük basınçlı bir kazan gözüme çarptı. Burada mahkumlar kıyafetlerini kazanın içine atıyor ve duş bölümüne geçiyorlarmış. Her duşun altında ortalama 7 kişi oluyormuş . 1, 5 dakika içinde de yıkanıp diğer taraftan kıyafetlerini almaları gerekiyormuş. Bazen de duştan su yerine, zehirli gaz veriliyormuş... Bir duş başlığının altında durdum. Çevreme bakındım. Bir anda bütün sesler ve yüzler silinmişti adeta. Boğazım düğümlenmiş , gözlerim dolmuştu. Tarif edemeyeceğim bir acı hissettim. Kısacık bir sürede yıkanmaya çalışırken musluklardan gelen zehirli gazı hayal ettim. Önce ne olduğunu anlayamadılar büyük olasılıkla. Sonra birer birer ölmeye başladılar...Önce yaşlılar ve çocuklar... Çığlıklar ve üstüste yığılan çırılçıplak bedenler. Bu duvarlara onların ruhu sinmişti adeta... Bir an önce buradan çıkmalıydım!
Ağustos 2006; Prag'dayız. İki gündür, bu masal kentinin dantel gibi işlenmiş bir çok sokağını adım adım gezdik. Rehberimiz, Hitler'in bile bombalamaya kıyamadığı iki kentten birisinin Prag olduğunu söyledi ve arkasından ekledi: “Yarın sabah, isteyenlerle Terezin Toplama Kampı gezimiz var. Katılacaklar lütfen isimlerini yazdırsın...” Bir an için duraksadım. Turumuz başlayalı henüz 2 gün olmasına karşın sanki haftalardır tatildeymişim gibi dingin ve gevşemiş hissediyordum kendimi. Terezin Kampı'nın duygusal olarak beni sarsacağına da emindim. Ama gene de tarihi bir gerçeği yerinde görebilme şansını da kaybetmek istemiyordum.
Sabah uyandığımdan beri kafamda aynı düşünce dönüp duruyordu. Kötü, kabuslarla dolu bir gece geçirmiştim. Böyle bir gecenin sabahında da kötü uyanmıştım haliyle. Huzur bulmak için denize gitmeliydim. Mutlaka! Öğle arasını zor ettim. Falezlerin üzerinde yerleşmiş bir gözlemeciye gitmeye karar verdim. İçeride 4-5 kişi vardı sadece. Pencerenin kenarında bir masa seçtim kendime, buradan bütün körfezi izleyebilecektim. Açık bir çay ve kıymalı, yağsız bir gözleme istedim.
Bundan yaklaşık 12 yıl önceydi. Antalya’nın Gazipaşa ilçesinde görev yaptığım yılların son demleriydi. Bir öğretmen arkadaşım bana bir öğrencisini muayene için getireceğinden bahsetmişti. Ne problemi olduğunu sorduğumda “Biraz karışık bir iş” dedi. Birlikte uygun bir gün kararlaştırdık. Mustafa’yı işte o gün tanıdım…
Evettt! Nihayet, merakla beklenen, yaptığım sakarlıkları anlattığım yazımın devamı niteliğindeki “Sakarlık Tarihim- 2” ile karşınızdayım. Biraz geciktiğimin de farkındayım. Ancak siz de takdir edersiniz ki konuyla ilgili malzeme toplamam zaman alıyor:)) Genellikle devam filmleri, ilkini aratır ya hani, umarım ilkindeki keyfi alırsınız.